Connect with us

Damla Aytaç

Damla Aytaç: Eğitim mi dediniz, haydi orada bir duralım.

Published

on

blank

Eğitim; bireylerin, toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir. Yıllardır birçok bilim dalına araştırma konusu olmuş, üzerine birçok kuramlar geliştirilmiş bir kavram olan eğitim nerede başlar ve nasıl devam eder, nasıl geliştirilmeli üzerinde duralım bizler de biraz.

***

Toplumumuzda son zamanlarda çoğalan birçok suçun temelindeki eğitimsizlik birçok televizyon programında saatlerce tartışılıyor, peki bunun için herhangi bir önlem alınıyor mu onu da konuşmak gerek aslında. Doğru yönlendirmeler ne kadar yapılıyor? Burada aile, okul-öğretmen ve de sosyal çevreye ne kadar sorumluluklar düşüyor? Bunu ele alayım istedim ben de bugün bir eğitimci olarak.

***

Aile… Toplum içindeki en küçük ve temel birim. Bir bireyin doğduğu andan itibaren çevresiyle ilişki biçimini, kişiliğini şekillendiren en önemli topluluk. Freud’a göre okul öncesi dönem bir çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde en önemli etken. Yani, aile içinde o dönemde olmuş birçok olayın kişinin yetişkinlik dönemini birçok yönden belirleyeceğini savunmuş, Erikson ise Freud’un kuramını genişleterek kişisel gelişimin bir sürekliliği olduğunu savunup sadece okul öncesi dönemde değil, ömrün sonuna dek bu gelişimin olacağını psikososyal kuramında açıklamıştır.

***

Bizler de günümüzde çocuklarımızın, arkadaşlarımızın, eşimizin, kısacası hayatımızda olan her bireyin davranışlarını onun aldığı eğitime ve de kendini bu aldığı eğitimlerden sonra ne kadar geliştirebildiğine bakarız bu kuramlardan aldığımız çıkarımla.

***

Bir bireyin aldığı eğitim, ailede başlayıp, sosyal çevre ve de okul ile devam edip erişkin olduğunda da o ana kadar aldığı eğitimin üzerine tecrübelerini ekleyerek devam ettirmesi olarak ifade edilebilir o halde. Ailede alınan temel eğitim aslında kişinin temel davranışlarında oldukça etkin bir hal alıyor. Örneğin, bir bireyin yemek öncesi elini yıkaması, sofraya otururken herkese ‘afiyet olsun’ demesi, sofraya gecikmemesi, yemek boyunca aksi davranışlarda bulunmayıp yemeğini bitirmesi ve sofradaki diğer kişiler yemeğini bitirmeden sofradan kalkmaması, sofradan kalkarken de tabağını alıp bulaşık makinesine koyması gibi. Elbette sofra kültürü bizim kültürümüzde var olduğu için böyle bir örnekle başlamak istedim. Bu sofra örneğindeki davranışı sergilemesi öğretilen birey aslında hem kibar olmayı, hem saygılı olmayı, hem de hoşgörülü olmayı öğrenmiş oluyor. Bu yazmış olduğum örneği dahi ailesinde yaşatamayan bireyler toplumumuzda baki olduğu için bugün kadına verilen değersizliğin bile temelinde yatan davranışlar ortaya çıkıyor. Neden? Nasıl olsa anne toplar masayı mantığı küçük yaşlarda bir alışkanlığa dönüştürüldüğü için. Evlendiğinde eşinden aynı davranışı bekleyip harekete geçmeyen bireyler nasıl varlar bugün? Nasıl olsa eşim toplar güdümüyle kadının toplumdaki yerinin etiketlenmesi durumu. İşte toplumun kanayan en büyük yaralarından birinin okul öncesi dönemde ailedeki verilebilecek en basit eğitimle nasıl dönüştürülebileceğini düşünün bakalım.

***

Aileden bahsederken geniş aile, yani büyükanne ve büyükbabalar, amca, teyzeler de çocuğun kişisel gelişiminde oldukça büyük rol üstleniyor. Anne ya da babanın onaylamadığı bir durumu ailemizdeki diğer bireyler sadece çocukla arasını iyi tutabilmek ya da çocuğun anlık ihtiyacını gidermek için onaylayarak ailenin vermek istediği eğitimi ciddi anlamda baltalayabiliyor. Buna çok yakın görüşülen aile dostları ya da komşular da örnek gösterilebilir, liste bu anlamda uzar gider açıkçası.

***

Aile ile birlikte bu eğitim süreci devam ederken, işin içine okul giriyor; anaokulu ve de ilkokul kişiliğin belirlenmesindeki en önemli diğer basamaklar. Burada sevgili meslektaşlarıma fazlasıyla iş düşüyor. Çocuğun ailede alamadığı eğitimi en iyi gözlemleyecekler ve de geliştirilmesi için en çok eforu sarf edecekler bu basamaktaki öğretmenler, çünkü unutmayalım ki ağaç yaşken eğilir. Hepimizin bildiği gibi temel birçok davranış bu dönemlerde oturur ve sonrasında değiştirmesi de oldukça zor olabilir. Zira ortaokul ve de lisede görev yapmış bir öğretmen olarak bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

***

O yaşlardan sonra bu temel davranışlar alışkanlıklara dönüştüğünden, bu alışkanlıklar da huya dönüştüğünden değiştirmek bir hayli güç oluyor. Dolayısıyla, bu dönemde çocukların okulda alacakları eğitim ailedeki eksikleri gidermek, üzerine yenilerini eklemek, hatta aile bireylerini de bu anlamda yapılacak toplantılarla bilgilendirmek biz eğitimcilerin en büyük görevi.

***

Çocuk şayet bu 3’lü ile sosyal ve ahlaki yönünü kuvvetlendirebilirse yetişkin olduğunda yaşayacağı tecrübeleri bu doğrultuda oluşturup üstüne de kendi edinimleriyle daha fazlasını ekleyip toplumun sağlıklı bireylerinden biri olmayı başarabilecektir.

***

Haydi aileler, öğretmenler, amcalar, dedeler, neneler, komşular. Geleceği güzel inşa etmek için hep birlikte sosyal ve ahlaki değerlerimize sahip çıkabilecek düzgün bireyler yetiştirelim.

Click to comment

Bir Cevap Yazın

Damla Aytaç

Damla Aytaç Duymaz: Oyunlaştırsak mı ne yapsak

Published

on

blank
Gamification… Nam-ı diğer oyunlaştırma…. İnsanoğlu yaşı kaç olursa olsun daima oyun oynamayı sever. Adı üstünde Homo Ludens, oyuncu insan. En özgürlükçü, en rekabetçi, en hırslı, en gururlu, en kızgın, en mutlu olabilme hallerini oyun oynamanın içerisine sığdırabilmek ve en sonunda da yüzümüzdeki muzur gülümsemeyle kapanışı yapmak gibisi yok. Bizler öğretmenler olarak yıllardır hangi yaş grubuna olursa olsun oyunlaştırarak öğretmenin keyfinin bir başka olduğunun savunucusuyuz her zaman. Sadece sınıf içerisinde yeni bilgileri öğretmek, öğretirken de eğlendirmek için değil, kendi kişisel gelişimlerine de birçok katkı sağlamak için önemli olduğunun bilincindeyiz. Şu sıralar teknoloji sayesinde birçok keyifli uygulamalar sunulmakta ve de gün geçtikçe eğitimin içerisine daha da entegre edilmekte, özellikle uzaktan eğitim dönemine geçildiğinden beri bu uygulamalar geliştirilmeye başlandı. Örneğin, normal bir sınav yapmak yerine,  labirentin içerisinde soruları çözerek son soruya doğru ulaşmayı hedeflemek gibi örnekler mevcut. Bu da aslında sınav yaparken uymamız gereken %10 çok kolay, %20 kolay, %40 orta, %20 zor, %10 çok zor
yüzdelik kurallarına da hizmet eden cinsten. Yani belirli bir yerde tıkanan son soruya erişemeyecek. Hem sınavlarda, hem de sınıf içinde bu ve benzeri birçok oyunla kişilerin öğrenme merakını da yükseltmek mümkün.
***
Oyunlaştırma sadece eğitim sektöründe değil, son zamanlarda birçok kurum da hem eğitimlerinde hem de şirket içi aktivitelerinde oyunlaştırmayı kullanmakta. Oyunlar içerisinde skorlar, rozetler, seviyeler, iş birlikleri, liderlik durumları, anlık geri bildirimler bulundurarak farklı durumlar hedefliyor. Takım çalışmasını güçlendirmek için iş birlikleri, kendini daha iyi geliştirmek için anlık geri bildirimler, belirli bölümleri tamamlamadan ya da belirli rozetleri toplamadan başka bir bölüme geçirmeyerek bilgide sağlamlığın kontrolü, başarı ve de tatmin duygusu için çeşitli skorlama uygulamaları, liderlik durumlarında ekstrem bir olayla karşı karşıya kalındığında sakinliğini koruyarak neye nasıl tepkiler verip, ne tür kararlar aldığının ve de bunun sonucunda kendisinin ve takımının maruz kaldığı durumlarla kendi öz eleştirisini yapıp liderlik vasfının yanı sıra iş yaşamındaki birçok davranışını da değiştirmeye çalışması, yarışmalar düzenleyerek de kişinin bildikleriyle kendi denkleri arasında nasıl bir yerde olduğunu görmesini kolaylaştıran bu oyunlar, kişileri rencide etmeden tamamiyle kendi serüvenleri için, kendilerini geliştirebilecekleri eğlenceli platformlar haline dönüşüyor. Bunlar çalışanlar arasında çeşitli gelişimler, uyum, çalışma ahengi, verimlilik getirdiği için iş için de mutlak başarıya dönecek bir aracıya sebebiyet veriyor.
***
Diyeceğim o ki, eğitim kurumları da dahil olmak üzere birçok kurum oyunlaştırma sayesinde hem öğrencilerini/çalışanlarını hem de kendilerini eğlenceli bir yolun içerisine koyarak başarıyı kucaklayacaklardır.

Continue Reading

Damla Aytaç

Damla Aytaç Duymaz: Eğitimhane mi, ticarethane mi?

Published

on

blank
Herkese merhabalar! Son zamanlarda sıkça konuşulan konulardan biri özel okullara giden öğrencilerin velilerinin kısmi para iadesi talepleri, çünkü çocuklar okula gitmiyorlar, yemekhanede yemek yeme durumu yok vs vs. Haliyle okullara döktükleri binlerce paranın, zaten virüs sebebiyle işler durduğundan tamamını ödemenin kendilerine ciddi anlamda maddi zarara uğrattığını dillendiriyorlar. Burada dağın görünen ve görünmeyen kısımlarını ele alarak, sadece bu virüs döneminde değil normal zamanlarda da yaklaşımların nasıl olduğunu ele almak istiyorum bugün.
***
Öğretmenler… Canım meslektaşlarım… Burada en çok yükü sırtlananlar onlar. Normaldeki çalışma düzenleri iki katına çıkmış durumda, çünkü evde olunduğu için her saat müsait olacaklarmış gibi her an hazır ol konumunda beklenmeleri istenen, veliden bir geri dönüş alındığında öğretmene ekstra taleplerde bulunan bir düzen oluştu onlar için.
***
Sadece okul yönetimi yetmiyormuş gibi, veliler de arayıp ya da mail atıp ısrarla sorular, şikayetler ile onları sıkıştırıp öğretmenlerin emeklerinin ne kadar kutsal olduğunu unutuyorlar. Öğrencisi eğitime katılmış mı, ödevini yapmış mı, haberi dahi neredeyse yok iken, ufacık bir eksiklikte dönüp öğretmene yüklenmeyi son zamanların velileri biraz popüler bir hale getirmiş durumda.
***
Yöneticilik yaptığım zamanlarda da sıkça rastladığım bir durumdu bu üstelik. Aksi giden en küçük bir durumda olayın gidişatı sorgulanmadan ilk olarak öğretmenin ipe götürülmesi durumu denilebilir. Ben bugüne dek tüm öğretmenlerimden emin olduğumdan arkalarında durup, daima savundum onları; ama her yönetim maalesef böyle değil. Gerçekçi olmayı tercih etmeyip, veliyi sakinleştirmek adına öğretmeni kötüleyip gerçek çözümü üretmiyor. Neden? Çünkü öğretmenin derdi, öğrencisine o kadar ödev verirken ya da birtakım sorumluluklar yüklüyorken altında yatan sebep, öğrencinin en iyi öğrenimini sağlaması iken, okul yönetimi öğretmeni kenara çekerek yaptığı her ne ise durdurmasını, tek dertlerinin “veli” memnuniyeti olduğunu belirtmeleriyle hikaye başlıyor.
***
Eskiden diyeceğim, çünkü bizim zamanımızda ailelerimiz öğretmenlere saygı duyarlar ve de aksi olduklarını düşündükleri bir sistem varsa da terbiyelerini koruyarak öğretmen ile görüşüp ona göre bir orta yol bulmaya giderlerdi. Şimdi ise birçok veliden duyduğumuz ses, ben para veriyorum, ben ne dersem o şekline dönüştü. İşte burada iş değişiyor.
***
Peki okullar bir eğitimhane mi ticarethane mi diye soruyorum. Bu söylediklerim elbette ki her kurum, yönetimleri ya da veliler için değil ama çoğunluk böyle gibi son zamanlarda. Tabi ki de para verildiğinde karşılığını beklemek herkesin hakkı, ancak öğretmenin işine karışmak, öğretmene de ben ne dersem o olarak yaklaşmak bir sürü çelişkiyi içinde barındırıyor.
***
Bu yazıyı okuyanlardan şu soruları duyuyorum, her öğretmen dört dörtlük mü sanki? Hiç kimse dört dörtlük değil, elbette her meslekte olduğu gibi öğretmenlikte de belki de bu meslek için hiç uygun olmayan; ancak aile baskısı ya da başka sebeplerden öğretmen olmuş bireyler de mevcut. Bu durumu da tenzi ediyorum. Ancak, ben iyi giden şartlarda yönetim ve de veli kısmını eleştirmek istiyorum. Şöyle bir beklenti içine giriyor veliler çoğunlukla, çocuğum çok yorulmasın ama en iyi okullarda, en iyi puanlarla olsun. Başarıya giden yolda, yorulacağız da… Ama sonu aydınlık olacak. Bunu unutmadan hareket etmeli. Ben demiyorum ki 7/24 ders çalışılsın, ancak çaba göstermeden hiçbir şey olmuyor. Bunu unutmamalı…
***
Gelelim yönetim kısmına, aman çocukların notlarını şişirelim biraz, yoksa okulumuz başarısız gözükür, o sebeple lütfen ona göre sınavlar hazırlayalımcılar ile ilerliyor. Ben yönetici olduğumda, sınav yapmayıp sınıftaki aktiviteler ve de ödevler ile öğrencileri değerlendirdiğimde bana koşarak gelip notlandırılacak sınavları olsun çocukların diyen veliler vardı. Israrla kabul etmedim; çünkü benim derdim çocukları notla bir yarış içine sokmak değil, gerçekten öğrenip öğrenmediklerini sınıftaki performanslarına göre ölçümleyip ona göre velileri bilgilendirmek yönünde oldu.
***
Aman efendim içine kapanık çocukta bu durum nasıl ilerleyecek dendiğinde de, bizlerin bunlar için de çeşitli yöntemleri olduğunu anlatmaktan bir an olsun geri durmadım.
***
Diyeceğim o ki, keşke iki yönlü olarak olaylar her bir kurumda standart olsa da gerçekten mutlu edilmesi gereken öğrenci ve öğretmenler mutlu olabilse. Okullar okul olsun, ticarethane değil… Ortak amaçlar olsun, üretmek, güzel öğretiler edinmek, gerçek eğitim ve öğretim için mücadele edilsin. Bunlar da çocukların en iyi şekilde yapabilmesini sağlayacak çevre, olgu ve de insanları bir araya getirerek kaliteli ve istikrarlı bir düzen sağlayarak oluşturulsun.
***
Yazımın başında bahsettiğim son zamanlardaki durumda her iki tarafın da kendine göre haklılıkları var. Ücretleri verilmesi gereken personelleri olan kurumlar, ancak hiç kullanamadıkları hizmetin de ısrarla istenildiği veliler… Orta yolu bulmak çok zor değil, bu süreçte düşünmemiz gereken eğitimin olabildiği kadar sağlıklı ilerlemesi, öğretmenlerin ve de öğrencilerin mutluluğu. Biliyorum, evde kalınan süreler uzadığı için psikolojilerimiz çok sağlıklı olmayabilir, bu durumda da kimse birbirini çok fazla yıpratmamalı.
Sevgiler…

Continue Reading

Damla Aytaç

Damla Aytaç Duymaz: TOPLULUK ÖNÜNDE KO-NU-ŞA-MI-YO-RUM!!!

Published

on

Eğitimle İlgili Yeni Yazılarıyla Damla Aytaç Duymaz Sarıyer Son Baskı Gazetemizde sizlerle...
Korkmaya, endişelenmeye hiç gerek yok! Eğer bu söyleyeceğim taktiklere kulak verirseniz bu kabustan kurtulabilirsiniz!
***
İlk kural; öncelikle yapacağınız konuşmanın konusunu çok iyi araştırmalı ve çok hakim olmalısınız. İyi bir taslak çıkarmalı, hangi sırayla gideceğinize çok iyi karar vermelisiniz. Ayrıca, ilgi çekici ve hayattan örnekler ya da konunuzla ilgili yapılmış bilimsel araştırmalar eklediğinizde konunuzu anlatım seyrindeyken başka kimselere kalmadan doğruluğunu da ispatlamış olursunuz.
***
Konunuza etraflıca çalışırsanız konuşmanızın sonunda karşılaşacağınız birçok soruya da rahatlıkla cevap verebilirsiniz. Bazen bir stand-up tadında konuşmak -dozunu aşmamak kaydıyla – size gülen, memnun, konuşmaya katılan ve de can kulağıyla dinleyen bir topluluk katar. Konuşmanız anında geri bildirimleri bu şekilde kolaylıkla alabilirsiniz. O sebeple konuşmanızın içine birkaç küçük espiri de katabilirsiniz. Unutmayın, özellikle de şu günlerde biraz rahatlamaya ve de gülümsemeye çok ihtiyacımız var.
***
Bir diğer önemli unsur ise, hitabet ve de pozitif enerji. Topluluk karşısına çıkmadan önce ayna karşısında güleryüz ve de gülen ses tonunuzla birçok kez tekrar yapın. Ve tabi sonrasında bunu konuşmanızda da mutlaka gerçekleştirin. Gülen ses tonu ne mi? Kendinden emin ve de mutlu bir ses tonu esasen. Bu arada artikülasyon da çok önemli elbette, yani kelimeleri doğru telaffuz. Bununla birlikte düz bir ses tonu kullanmak yerine, arada sesinizi önemli yerlerde özellikle kısıp yükseltebilirsiniz. Böylelikle uyuyan bir topluluk olmaktan çıkar dinleyicileriniz.
***
Kelimeyi yanlış mı söylediniz hiç utanmaya ya da sıkılmaya gerek yok. Bununla dalga geçebilirsiniz ya da düzeltip gülümseyerek hiçbir şey yaşanmamış gibi devam da edebilirsiniz. Ses tonumuza da çalıştıktan sonra gelelim vücut dilimize… Konuşmanızı gerçekleştirirken tek bir noktaya odaklanmayın, mutlaka önde, arkada, sağda, solda, ortada birçok seyircinin gözüne bakın. Ama asla takılı kalmayın. Bir nevi göz gezdirmek gibi olsun. 2 saniyeden fazla takılı kalmayın tek bir dinleyicide. Bu seyircinizle kontak halinde olduğunuzu ve kendinize güveninizi gösterir. Olduğunuz yerde sallanmayın, sabit de durmayın. Arada birkaç adım atıp yer değiştirmek iyi olur, ancak durduğunuz yerde sallanmak kendine güvensizlik göstergesidir, o sebeple durduğunuz yerde de ayaklarınızın yere sağlam bastığını mutlaka gösterin.
***
Kollarınızı bağlamayın, mutlaka iki yana açık dursun. El hareketlerimiz, yani jest ve mimiklerimiz konuşmamızı gerçekleştirirken bize yardımcı olacaktır. Çok fazla kullanıp anlam kayması yaratmadan olmalı tabi.
***
Sunumunuzda dikkat etmeniz gerekenlerden biri de, teknolojiden faydalanmak. Harika sunum teknikleriyle yine ilgiyi konuşmanızda tutabilirsiniz. Ağırlıklı olarak görsel, önemli kişilerin konuyla ilgili sözlerinden alıntılar, konu başlıkları ve çok kısa ana fikri şeklinde kısa yazılar kullanmalısınız. Uzun yazılar ve slaytlar insanları sıkar. Zaten konuşacağınız şeyi slayttan okumalarının hiçbir anlamı yoktur. Bir de sadece Powerpoint kullanmanıza da gerek yok, artık internetten bulabileceğiniz birçok sunum programı mevcut, mutlaka onlara da bir göz atmanızı öneririm.
***
Son olarak da, konuşmanızdan 2-3 gün önce konuyla ilgili uzman kişilerden destek alın. Konuşma metninizi gönderin, konuşmanızı onların karşısında yapın. Böylelikle gelebilecek soruları birlikte gözden geçirebilirsiniz.
***
Hadi biraz cesaret, harikalar yaratacaksınız. Kendinize güvenin.
***
İyi sunumlar 🙂

Continue Reading

Popüler

blank