Connect with us

Genel

Prof. Dr. Meriç Albay İstanbul’daki su sorununa karşı uyardı!

Published

on

blank

Kuraklık tehdidiyle karşı karşıya olan İstanbul’da ocak ayında baraj doluluk oranları son on yılın en düşük seviyesine geriledi. İklim krizi iyiden iyiye kendini hissettirirken, bireylere ve kurumlara düşen görevleri anlatan İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meriç Albay; aşırı nüfus artışından, yanlış yapılaşmaya ve onu takip eden bilinçsiz su tüketimine karşı çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da kuraklığın etkileri gün geçtikçe daha fazla kendini hissettiriyor. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) yayınladığı verilere göre kış aylarında yeterli yağışı alamayan İstanbul’da barajlardaki ortalama su seviyesi 9 Ocak 2021 de 19,16’ya kadar düşerek son on yılın en düşük seviyesini gördü.  Şimdilerde oranlar yüzde 50’yi aşsa da uzmanlar bunun sevinmek için yeterli olmadığı görüşünde. Konuyla alakalı Sarıyer TV’ye değerlendirmelerde bulunan İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Deniz ve İçsu Kaynakları Yönetimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meriç Albay, küresel iklim değişikliğinin vurduğu İstanbul’da kritik tabloyu bir kez daha gözler önüne serdi. Albay, birçok ülkede suya ulaşamayan çocukların yaşamını yitirdiğini belirterek, “Bir an önce önlem alınmazsa Türkiye’de de su sıkıntısı daha ciddi boyutlara ulaşabilir ve biz de 10-15 yıl sonra bu tür sıkıntılarla karşı karşıya kalabiliriz” dedi.

DAHA DA SIKINTILI DURUMLARA DÜŞECEĞİZ

Prof. Dr. Meriç Albay konuşmasında şu ifadelere yer verdi; “Aslında ülke genelinde bir sıkıntı var. Bu da ülkemizin su kaynaklarının sınırlı olmasından kaynaklanıyor. Artık ezberlediğimiz bir rakam var. Kişi başına düşen su miktarı yıllık aşağı yukarı 1400 metreküp. Bu miktar oldukça az ve giderek azalmaya devam ediyor. Nüfus artıkça bu miktar giderek azalmaya devam edecek ve daha sıkıntılı durumlara düşeceğiz.

RAKAMLAR BİZİ KORKUTTU

İstanbul, İzmit, Bursa ve Tekirdağ çevresi, ülke nüfusunun neredeyse 4’te birini bünyesini bulunduran bölgeler. Buralardaki su bütçesi belli olmasına rağmen sürekli göç almaya devam ediyor. Bunun anlamı; var olan yetmezken siz her yıl yeni gelen kişilere su bulmak durumundasınız. Bir de bazı yıllarda bu yıl olduğu gibi yeterince yağış düşmediği için barajlardaki doluluk oranı gittikçe azalmaya başlıyor. Bu sene 9 Ocak’ta yüzde 19’a düştü su miktarı. Bu oldukça düşük bir rakam dolayısıyla endişelenmeye başladık. Ama son haftalarda yağan kar ve yağmurlarla birlikte bu seviye yeniden yükseldi.

YAPILAŞMA SIKINTI YARATIYOR

Şu anda en kötü durumda olan barajlar bile yüzde 30 oranında doluluk oranına ulaştı. Ama bu yetmez. İstanbul barajlarında ortalama yüzde 50 oranında su var yani kalan yüzde 50’lik kısım hala boş. Bu durum bizi biraz endişelendirmeli. Tek umudumuz bahar yağmurlarıyla birlikte barajların dolması. Fakat asıl sıkıntılı durum şu. Her yıl betonlaşan bir İstanbul görüyoruz, yeşil alanları sürekli kaybediyoruz. Barajların etrafındaki yapılaşma sıkıntı yaratıyor. Yağan yağmur barajlara doğru akışa geçemiyor, barajları dolduramıyor. Bu ciddi bir sorun. Yağan yağmurun barajları doldurmasını bekliyoruz ama çoğu zaman akışa geçemediği için barajlar ne yazık ki dolmuyor. Bence bunun üzerinde düşünelim ve dikkatli olalım.

SULAR DETERJAN ATIKLARI İLE KİRLENDİ

Türkiye’deki pandemi su krizine hem olumlu hem de olumsuz yönde etki yaptı. Olumlu yönü fabrikalarda endüstriyel amaçlı su kullanımı oldukça azalırken evsel su kullanımı arttı. İnsanlar kısıtlamalar nedeniyle zamanının büyük bölümünü evde geçiriyorlar. Hijyen amaçlı ve diğer amaçlarla suyu daha fazla kullanıyorlar. Bazı illerde ise gereksiz bir şekilde sokakların deterjanla yıkandığını görüyoruz. Oysa sokakların temizliği için kullanılan deterjan yeraltı sularına, göllere, akarsulara ve denize ulaşarak suların kirlenmesine neden oluyor. Zaten az olan suyumuz bir de deterjan atıklarıyla kirleniyor. Buna gerçekten hiç gerek yok. Beni sevindiren ise şu oldu. Pandeminin gözle görülür faydaları da oldu. Örneğin şehirlerin içinden geçen birçok derede yaşam tekrar başladı. Akarsularda kirliliğin azalmasından dolayı daha önce görülmeyen balık türlerini tekrar görmeye başladık. Fabrika atıklarıyla kirlenmeyen dereler, yeniden yaşayan dereler haline geldiler.

KONTROL EDİLEMEYEN NÜFUS ARTIŞI VAR!

İstanbul da suyun üzerindeki en büyük baskıyı yaratan aşırı nüfus artışıdır. İstanbul’u batı ülkelerindeki büyük şehirlerle / başkentlerle kıyasladığımızda en orantısız nüfus artışının İstanbul da olduğu görülür. Bir şehir bu kadar göç almamalı. Biliyorsunuz Trakya bölgesinde bulunan birçok içme suyu kaynağı İstanbul’a taşınıyor. Havzalar arası su taşınarak, susuzluk sorunu çözülmeye çalışıldı. Oysa ki derelerin kendi mecrasında akma özgürlüğü var. Orada göç eden balıklar var, biyoçeşitlilik var. Siz bir tarafı kurtarırken diğer tarafı zarar veriyorsunuz. 1950’lerde 1.1 milyon civarında olan İstanbul nüfusu şu anda 17 milyona gelmiş durumda. Gerçekten şu anda İstanbul’da kontrol edemediğimiz bir nüfus artışı var. Bu devam ettikçe biz her yıl acaba suyumuz yetecek mi endişesi yaşayacağız. İstanbul’da artık yapılaşmanın durdurulması, yeşil alanların korunması lazım, barajların etrafının çok iyi korunması lazım. Aksi takdirde İstanbul’a içme suyu sağlamak her yıl biraz daha güçleşecek. Marmara Bölgesi’ndeki su bütçesi belli, İstanbul’daki su bütçesi belli. Ama nüfus sürekli artıyor İstanbul’da. Bunun kontrol edilmesi lazım. Ben sorunun çözümünü nüfus ve şehir planlamasında görüyorum.

HER BİREYİN GÜNDE 1 LİTRE SU TASARRUFU YAPMASI  MİLYONLARCA METREKÜP SUYU KURTARABİLİR

Özellikle büyük şehirlerde suyun tasarruflu kullanımı büyük önem arz ediyor. Vatandaşın şunu bilmesi lazım; eğer size üç çift ayakkabı yetiyorsa dördüncüsünü almamanız lazım. Çünkü bunları üretmek için binlerce litre su harcanıyor. Ayakkabınız için, kazağınız için, telefonunuz için kısacası kullandığınız her şey için su harcanıyor. Yediğiniz, içtiğiniz şeyler için su kullanılıyor. Vatandaşın buradan başlaması lazım. Kullandığımız su miktarını kısıtlamamız gerekiyor. Örneğin; 20 dakika duş alıyorsak bu nu 7-8 dakikaya düşürmemiz lazım. Harcanan her litre su toparladığınız zaman milyonlarca metreküp suya denk geliyor. Belediyelerin de kayıp kaçak oranını düşürmesi lazım. Yavaş yavaş bilinç ortaya çıkmaya başladı. Yağmur sularının toplanması, bu suların bahçe sulamasında kullanılması, mümkünse tuvaletlerde gri suyun kullanılması ile ilgili projeler geliştiriliyor. Bunlar güzel şeyler ve bunları yapmaya mecburuz artık. Ülkemizde mevcut su bütçesi oldukça kısıtlı olduğu için gri su kullanımını artırmamız lazım. Birinci sınıf kalitesindeki suyu sanayide kullanmamak lazım. Artık bizim sanayide, endüstride kullanılacak kadar bol suyumuz yok. Bu durumu mümkün olduğu kadar azaltmak lazım. Deniz suyu kullanılabilecek noktalarda deniz suyu kullanmak lazım.

BİRÇOK AKARSUYUMUZ VE GÖLÜMÜZ KURUDU

Şu anda su yönetiminde birçok bakanlık, bağlı kurumlar ve belediyeler yetkilidirler. Bunlar tek elde toplanırsa su yönetiminde daha sürdürülebilir, daha hızlı ve daha kavramsal bir yönetim planı olur. Ekosistem temelli su yönetimini benimsemediğimiz için akarsu ve göllerde yaşayan birçok canlı türümüz tehlike altında bulunuyor. Yanlış veya eksik su yönetimi politikamız nedeniyle birçok akarsuyumuz ve sığ gölümüz kurudu, bir kısmıda kuruma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor.

BİR TEHLİKE DE SİYANOBAKTERİLER

İklimsel değişim nedeniyle zaman zaman sığ göllerde ve içme suyu rezervlerinde siyanobakteriler ortaya çıkıyor. Bunlar toksin ürettiği için sağlık sorunlarına yol açabiliyorlar. İçme sularında bunun arıtılması mümkün. Bunu şu anda başarıyla uygulayan belediyelerimiz mevcut. Sadece içmekle değil, o suda yüzerken bile siyanobakterilerin ürettiği toksinler insanlara zarar verebiliyorlar. Maalesef Türkiye’de, tıpkı dünyada olduğu gibi bu siyanobakteriler artıyor. Siyanobakteri yönetimi mümkün. En azından bu bakterinin arttığı zamanlarda uyarılarla o sularda yüzmek yasaklanmalı yada hangi amaçla kullanılıyorsa durdurulmalıdır. Tüm dünyada sistem böyle işliyor, bizim de böyle yapmamız lazım.

SU YOKSA HAYAT YOK

Türkiye maalesef iklim değişiminden en fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyor. İklim değişimi özellikle Akdeniz coğrafyasını daha çok etkiliyor. Hemen her ülkede belli etkileri olsa da başta Kuzey Afrika ülkelerini, İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye gibi o Akdeniz çanağında yer alan ülkeleri daha çok etkiliyor. Dikkat ederseniz bu ülkelerde kişi başına düşen su bütçesi de oldukça sınırlı. O nedenle bu ülkelerde su yönetimi stratejik bir önem taşıyor.

Gelecekte başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde su sıkıntısının daha faza yaşanacağını düşünüyorum. Su yönetimini doğru planlamazsak İstanbul gibi suyu çok tüketen büyükşehirlerde insan sağlığını tehlikeye atmış olacağız. Şu an birçok ülkede çocuklar daha beş yaşına gelmeden ölüyorlar. Çünkü hijyeni sağlamak durumundasınız. Türkiye’de de su sıkıntısı daha ciddi boyutlara ulaşabilir ve biz de 10-15 yıl sonra bu tür sıkıntılarla karşı karşıya kalabiliriz. Alternatif su kaynaklarını devreye sokmak kadar, mevcut kaynakları kullanmak konusunda da dikkatli davranmak lazım. Bu konuda büyük yanlışlıklar yaptığımızı düşünüyorum. Bu nedenle biz küçük yaşta bu bilinci kazandıralım ki, çocuklarımız suyu kullanırken çok dikkatli olsunlar. Çünkü su yoksa hiçbir şey yok, hayat da yok.

İSTANBUL’UN TEK YAŞAYAN DERELERİ SARIYER’DE

Bakanlıklarla ve belediyelerle çok sayıda proje yürütüyoruz. Proje yürüttüğümüz kurumlardan bir tanesi de Sarıyer Belediyesi. Sarıyer’in özelliği, sınırları içinde yer alan dereler İstanbul’un belki de tek yaşayan dereleri. Hala bir biyoçeşitlilik var. Yerel yönetim de canlı hayatın devam etmesini oldukça önemsiyor. Üniversitelerle belediyelerin bir arada çalışmasının avantajı şu; halka dokunmak daha kolay oluyor. En büyük motivasyon kaynağımız bu.”

VATANDAŞA GÖRE İKLİM KRİZİ KORONADAN TEHLİKELİ

‘Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020’ araştırması çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Buna göre; Türkiye’de her iki kişiden biri iklim krizinin virüsten daha büyük bir kriz olduğunu düşünüyor. Her 10 kişiden yedisi iklim değişikliği için endişeli olduğunu belirtiyor. Toplum koronavirüs sonrası ekonomik toparlanma için tarım ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapılmasını istiyor.