Connect with us

Çetin Ali Aytaç yazdı

Çetin Ali Aytaç: Birbirimizi daha iyi anlayacağımız nice bayramlar dileğiyle…

Published

on

blank

Çocukluk yıllarımızda bayram sabahının heyecanını yaşardık. Ailece yapılan kahvaltılar, ardından bayramlıklarını giyip büyükleri ziyaret etmenin heyecanları ve tabi ki, küçük çocukların, “Acaba bu bayramda ne kadar harçlık toplarım” merakı ve heyecanı bayramın bizlere birer neşesi ve mutluluğuydu…

***

Birbirimize samimiydik. Konuşurken gözümüzün içine bakardık. Biri hakkında yanlış düşünüyorsak, yanlış düşüncemizi farkettiğimizde yüzümüz kızarır, utanırdık. En sevmediğimiz komşumuzla, konuşmadığımız arkadaşımızla, uzak kaldığımız akrabamızla bayram günleri unuturduk tüm her şeyi…

***

Eskiler, anılar birer film şeridi gibi geçer insanın hafızasından… Düşündükçe, anlattıkça sanki tekrar yaşar insan o anılarını… Bizi maziye götürür. Ve tekrar bakarız bu günkü yaşadıklarımıza…

***

Anı yaşamak lazım. Anın bize kattığı mutluluğu, heyecanı, hissi birbirimizin gözünün içine bakarak, tüm samimiyetimizle yaşamamız lazım. Birlik ve beraberliğin, dayanışmanın, sevginin gücünün tüm kötülükleri aşacağına inanmamız, inandırmamız lazım.

***

Hayat kolaylaşırken, yaşam ucuzlaşırken, sevgi ve saygı çok pahalı olmaya başladı. Pek uyduramadık gibi kendimizi yeni yaşam düzenine… Birbirimize nefretle bakar olduk. Birinin hakkında yanlış düşünüyorsak, bunu farkettiğimizde bu kez kızarmadı yüzümüz, utanmadık. “O da zaten benim hakkımda kötü düşünüyordu” diyerek hep kendimizi haklı çıkarmaya, üstün kılmaya çalıştık.

***

Birbirimizi anlamayı unuttuk. Yaşamın tüm güzelliklerini hiçe sayarak birbirimizi, aslında kendimizi değersizleştiren bir hale büründürdük. Aslında anılardır, yaşanmışlıklardır geleceğe ışık tutan; ama biz geçmişten ders çıkaramadığımız gibi, geçmişte yaşadığımız güzellikleri de unuttuk sanki…

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine, geleceğe ışık tutan, Türkiye’nin ayağa kalkmasının belkide en büyük projelerinden olan Köy Enstitüleri’ni kazandıran isimlerden efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, tam da değindiğimiz konuyla ilgili siyaseti bırakıp Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladığı dönemlerde yaşadığı bir anıyı paylaşır. Yücel, “Gazetedeki işim bitince oturduğum kenar mahalleye giderken, genellikle aynı dolmuşa binerdim. Gene bir gün dolmuşla evime dönerken, yolcular arasında bir komünistlik tartışması başladı. Müşteriler arasında bilen de bilmeyen de konu üzerinde birtakım şeyler söylüyorlardı. Ben ise her zaman olduğu gibi şoförün yanında oturuyordum.

Bu arada şoför, sesini yükselterek;

“Ağabeyler! Siz Hasan Ali Yücel denen adamı bilir misiniz? Nasıl desem ki, işte en büyük komünist o adam… Ülkemize komünistliği getiren o adamdır” deyince yolculardan şoförün bu asılsız görüşüne katılanlar oldu, katılmayanlar oldu, ama tartışma yol boyunca uzadı…

Yolda inenler, binenler hemen hemen her gün birlikte yolculuk yaptığım kişilerdi… Benim evim son durakta olduğu için en son ben kaldım dolmuşun içinde. Son durağa gelmiştik, dolmuştan inmeden önce şoföre döndüm;

-“Evladım! Sen Hasan Ali Yücel’i tanıyor musun?”diye sordum.

-“Hayır, tanımam amca bey, tanımak da istemem” diye yanıt verdi.

-“Peki, tanımadığın bir adam için nasıl böyle suçluyorsun” deyince,

-“Herkes böyle söylüyor, ben de söylüyorum amca bey” deyiverdi…

-“Evladım dedim, Hasan Ali Yücel benim, çoktan beri seninle gidip geliyorum bu yollarda, insan eski bir müşterisini tanımaz olur mu?” deyince şoför, birden heyecanlandı, bir suçlu gibi abdalca yüzüme bakmaya başladı, sonra da;

-“Affet beni amca bey, şimdiye kadar sizi tanımadığım için çok üzüldüm” dedikten sonra elime sarıldı, benden özür üstüne özür diledi. Kendisini suçlu gibi görerek, beni evime kadar götürmek istedi. Kabul etmedim, her zaman olduğu gibi dolmuştan indim, evime kadar yürüdüm.

Bu dolmuş şoförü, herhalde bana çaldığı asılsız suçlamadan duyduğu bir vicdan azabından kurtulmak için beni evime kadar götürmek istiyordu… Onu hoşgörüyle karşıladım. Ne var ki, halkımızın dedikodudan kaynaklanan böyle yanlış bir bilgiye sahip olmasına da çok üzülmüştüm.” diye belirtir.

***

Az okumaktan, az araştırmaktan çok kulaktan dolma bilgilere inanma adetimizden, alışkanlıklarımızdan hala çok vazgeçemedik gibi… Hasan Ali Yücel’in yaşadığı bir hikayesinden bugüne çok da aşamadık belki bu konuda kendimizi… Ama birbirimizi tanıyınca pek bir sarılır olurmuşuz. Şimdi ise sarılmaya uzak…

***

Bu günlerde belki bizi sarılmaktan uzak tutan koronavirüs salgını var. Ama birbirimizi daha çok anlamama isteği bizi bizden uzaklaştırdı.

***

Koronavirüs, birbirimize olan özlemimizi, birbirimizi anlamamızı, sarılmanın nasıl güzel bir his olduğunu belki farkettirmiştir bize… Ya da öyle olmasını istiyoruz.

***

Birbirimizi anlayacağımız, birbirimize sarılacağımız samimi, sevgi dolu nice bayramlar dileğiyle…

Çetin Ali Aytaç yazdı

Çetin Ali Aytaç: Tesadüfen yaşıyoruz…

Published

on

blank

Tesadüfen yaşıyoruz… Yarınları bilmeden, kaygı duymadan planlar yaparak; ama bazen kötü sürprizlerle karşılaşarak, o planları hayata geçiremeden…

***

En sevdiklerinden birini kaybetmeden acısını anlamazmış insan. Babamı kaybettiğimde de, bunu çok iyi anladım. İnsanın içini önce büyük bir hüzün kaplıyor. Sonrasında ise burukluk… Yarınlarda her ne kadar eğlenip mutlu olsak da, o güzel anılar, geride bıraktıklarımız aklıma geldiğinde hem mutlu olacağım, hem de hüzünleneceğim.

***

Hayat, anı yaşamaktan ibarettir. Hiçbir şeyi ertelemeden yaşamalıyız. Biliyoruz ki, ölüm yaşamın en büyük değişmeyen tek gerçeğidir. Artık sevdiklerini en güzel hatıralarında yaşatırsın. Çok sevdiğim, özlemi her gün artan hayat dolu, kalbi sevgiyle kaplı babam da, artık en güzel hatıralarımda…

***

Hep söylerim; nasıl istersek öyle yaşayalım. An da kalalım, anı yaşayalım. Yaşamın bize dayattıkları, bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırmaktadır. Her yaşadığımızın, yaşamın bize öğretisi olduğunu unutmamak gerekir. Yoksa bilmeden, farkında olmadan yaşamaya, ya da yaşadığımızı sanmaya devam ederiz.

***

Babamın ani vefatının şokunu ilk günlerde üzerimden atamadım. Biliyorum ki, hayatın içerisinde bu gibi acı durumlar, tecrübeler bir gün yaşanacaktı ve benim yaşamımda da karşıma çıkmış oldu. Kimisinin erken, kimisinin geç… Herkes yaşamının bu gibi sınavlarını farklı senaryolarla yaşayıp, farklı tecrübeler edinmeye devam ediyor.

***

Duygularımın bir kısmını birkaç satırla dile getirdiğim gibi, yazımın başlığındaki, “Tesadüfen yaşıyoruz” kısmını da biraz açmak istiyorum. Bir anda fenalaşan ve akabinde ambulansla Sarıyer’den Çayırbaşı’ndaki Hamidiye Etfal Hastanesi’ne götürülen babam, bilinci tam yerinde değilken acilden o haliyle kaçıyor. Tabi, biz haberi alır almaz o sırada hastaneye doğru yol almıştık. Ama acilden kaçtığı kısmını bilmeyerek… Hastanenin hastalara ilgisizliği daha buralardan başlıyor. Ve bilinci tam yerinde olmayan babam, hastaneden o haliyle çıktıktan kısa bir süre sonra bilinci kapanarak yere düşüyor. Çevredeki duyarlı insanlarımız durumu hemen hastaneye bildirerek, babamın sedyeyle hastaneye taşınmasına yardımcı oluyor. O sırada ablam, ilerleyen dakikalarda ise ben geliyorum. Acil doktoruna beyin tomografisi çekmesini teyzem söylüyor. Yani onların aklına bile gelmiyor. Ve neyse ki beyinde bir şey çıkmıyor. Daha sonra yapılan kan tahlillerinin sonucu ise 3 saat sonra bildiriliyor. Bilinci kapalı olarak yatan babama 3 saat sonra dahiliye doktoru geliyor. Kırmızı alanda olması gerekirken, normal hastaymış gibi babamı sarı alanda yatırıp, hiçbir cihaza bağlamadan saatlerce o haliyle yatırdılar. Sürekli tansiyonuna bakılması gerekirken, tansiyonuna bile bakmadılar. Oturdukları bölümde bol bol sohbet ettiler. Bir de üstüne rahatça, 2-3 gün yoğun bakımda yatıp çıkar, denilince, haliyle karşımızdaki manav değil doktor olunca içimiz rahatladı.

***

Devamında bilinci kapalı olarak yatan babama iki serum veriliyor. Üçüncüsünden sonra ise hemşireler tarafından bilincinin açılacağı söyleniyor. Haliyle insanın içi daha da rahatlıyor. O sırada ise hastanelerde, hani bize yoğun bakımların asla tamamen dolmadığı söyleniliyordu ya, koronavirüs vakaları 20 binin altına inmişken bile yoğun bakımlarda yer olmadığını öğreniyoruz. Ancak bulmak için de çaba harcadıklarını söylediler. Ayrıca bana babamın durumunun ölümcül olduğunu da hiçbir şekilde söylemediler.

***

6-7 saat kadar acilde bekledik. O süreç içerisinde acilde bulunan doktor bana yoğun bakımda yer bulacaklarını ve merak etmemem gerektiğini söylemişti. Gece 1’e doğru Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında yer bulunduğu söylendi. Ambulans gelir gelmez, babamın hastaneye götürüleceği ve ambulansın da en geç yarım saat içinde geleceği belirtildi. Ancak ambulans iki saat sonra gelebildi. Gelen ambulansta Cihangir’in girişinde bulunan Taksim ilk yardıma gidileceğini söyledi. Ben Gaziosmanpaşa olduğunu tekrar etsem de, kendilerine gelen bilginin öyle olduğunu söylediler. Sağlık çalışanlarının işine karışmak istemedim. Bu süreç zarfında yine babamın durumunun ölümcül olduğundan haberim yok. Yani tüm sağlık çalışanları, acildeki doktora benzeyen arkadaş oldukça rahat…

***

Çayırbaşı’ndaki otel görünümlü, içinde doktor önlüklü bulunan kişilerin olduğu yerden çıktık. Elbette o hastanede iyi doktorlar da vardır; ama bir türlü denk gelemedim. Artık şansa… Neyse, ambulansla Cihangir’in girişindeki Taksim ilk yardıma geldik. Sedyeyle bilinci kapalı halde yoğun bakıma indirilen babam, tekrar ambulansa geri getirildi. Ambulanstaki görevliler hastane bilgisini benim söylememe rağmen yanlış anladıklarını ve babamı Gaziosmanpaşa’daki Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götüreceklerini söylediler. Bu arada hala babamın durumunun ölümcül olduğunu bilmiyordum. Yaşanan bu gelişmelere sabrettim!

***

Ve Gaziosmanpaşa’da babam sabah beş gibi yoğun bakıma alındı. Bir saat sonra ise yoğun bakım doktoru benimle görüşmeye geldi. Bilinci kapalı olan babama, “Neden oksijen tüpü takılmadı” diye sitem edercesine bir söylemde bulundu. Ben de, “Doktorun ben olmadığımı, sonuçta bu durumda ne yapılması gerektiğini bilemediğimi” ifade ettim. Sonucunda ise üre değerinin çok yüksek olduğu, en iyi müdahalelerin yapıldığı; ama her şeye hazırlıklı olmam gerektiği söylendi.

***

Hastaneye gelirken böyle bir manzarayla, böyle bir bilgiyle karşılaşacağım aklımın en ufak köşesinden bile geçmemişti. Ve 8 saat yoğun bakımda kalan babam, fiziki olarak aramızdan ayrıldı. Bizim için ani ve zor bir veda oldu. Ve de biraz erken…

***

Yaşadığım bu şokun acısını yaşarken de, kafamda birçok sorular oluşmaya başladı. Aşı karşıtı olmayan ve iki doz biontech aşısını yaptıran ben, acaba üçüncü dozunu olduktan yirmi küsür gün sonra hayatını kaybeden babamı aşının yan etkisinden mi kaybettim diye sorgulamıyor değilim!

***

Ayrıca, sağlıkta devrim lafının yalan olduğuna, bu otel görünümlü içi boş hastaneler sayesinde bir kez daha şahit oldum. Kendini bilmez bazı insanlar yine, “Ya otel gibi hastane, size hiçbir şekilde yaranılamıyor” gibi söylemlerde bulunacak. Hayatını bilmeden sadece gösteriş meraklısı olarak yaşayan bu gibi insanlara da tek cevabım, “Yaşamadan, ne yaşayacağınızı bilemezsiniz.”Kimsenin başına böyle bir durumun gelmesini istemem; ama sadece hayatını bilinçsiz bir şekilde yaşayarak gösterişe önem verenler belki bir gün anlarlar…

***

Çayırbaşı’ndaki otel görünümlü hastane, artık kronik bir sorun haline gelmiştir. Babamı ihmalkarlıktan kaybettim mi, kaybetmedim mi bilemiyorum; ama o haldeki bir hastaya gerekli müdahalelerin yapılmadığını öğrendim. İşini bilmeyen doktorcuklarla maalesef “TESADÜFEN YAŞIYORUZ” ve bu da, sağlık sisteminin esas yüzünü göstermektedir. İyi doktorları bulmak, artık şansa kaldı. Yani ülkemizin her bir yanı gibi sağlık sistemi de, iflasın eşiğine gelmiştir. Buradan Sağlık Bakanlığı’na çağrımdır: Çayırbaşı’ndaki Hamidiye Etfal Hastanesi ile ilgili açıldığı günden bu yana birçok şikayet aldık ve son olarak da, bizzat en büyük problemi kendim yaşadım. Bu hastanede büyük oranda doktor sorunu, disiplin sorunu vardır. Birçok insan büyük sorunlar yaşamaktadır. Sadece kan tahlillerine bakıp, iki yaraya pansuman yapılmayladoktor olunuyorsa, bu ülkede doktordan geçilmez. Ya işin ehli olan, daha önce İsmail Akgün Devlet Hastanesi’ndeki gibi tecrübeli doktorlara insanları emanet edin. Ya da buraya hastane demeyin! Hayatta her şeyin telafisi var; ama canın telafisi yok. Herkes bir gün yaşattığını yaşar.

***

Sağlığınıza çok dikkat edin. Anı yaşayın, sevdiklerinizle olduğunuz anların tadını çıkarın. Yarın ne getirir bilemezsiniz. Tesadüfen yaşar hale geldiğimiz ülkemizde…

Continue Reading

Çetin Ali Aytaç yazdı

ADD Sarıyer’den davet var

Published

on

blank

Atatürkçü Düşünce Derneği Sarıyer Şubesi, Lozan Antlaşması’nın 97. yıldönümünde tüm Sarıyerlileri, Sarıyer Atatürk Anıtı önündeki basın açıklamasına davet ediyor.

ADD Sarıyer’den yapılan açıklamada, “24 Temmuz 1923 yılında imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Barış Antlaşması’nın 97. yılı anısına basın açıklaması yapıyoruz. 24 Temmuz 2020 Cuma günü saat 12.00’de Sarıyer Atatürk Anıtı önündeki açıklamamıza tüm Sarıyerliler davetlidir. Programımız çelenk sunumu ile başlayıp saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile devam edecektir. Ardından yapılacak basın açıklaması ile de son bulacaktır.” denildi.

Ayrıca programın maske takılarak ve fiziksel mesafeye uyularak gerçekleştirileceği notu da düşüldü.

blank

Continue Reading

Çetin Ali Aytaç yazdı

Çetin Ali Aytaç: Bu kuşak bambaşka

Published

on

blank

Gezi isyanından kısa süre öncesine kadar “Y kuşağı” için apolitik denilirdi. Siyasetle ilgilenmez, duyarsız, hatta “nerede o eski saygılı” nesil diye hep eleştirilirdi. Daha sonra o nesil çıktı ortaya ve tarihe geçen Gezi isyanını başlattı. Ağacıma dokunma demekle kalmadı, baskıcı, zorba iktidara karşı demokratik bir eylemle başkaldırdı.

***

Benimde içinde yer aldığım “Y kuşağı” birçok çalkantılı dönemlerden geçerek çocukluğunu ve gençlik yıllarını yaşadı. Hep önü kesilmek istendi; ama yılmayan, mücadele eden ve mücadelenin klişelemiş yönünü terk eden, daha uzlaşıcı, ayrıştırıcılıktan daha uzak bir yaklaşımla mücadele etmeye başladı.

***

Ve hep şunu da söyledik; “Bir Z kuşağı geliyor. Bu kuşakla aranızdaki köprü vazifesini bizler oluşturacağız. Bu nesil, bizim karıştığınız özgürlüğümüzden daha da bi özgürlüklerine düşkün, daha bi yaşamın sınırlarını hayatından kaldırmış bir nesildir. Bu nesil ile anlaşamayan siyasiler, siyasi ömürlerini çabuk tüketirler.” Ve bu sese kulak vermeyen yapılar, tam da dediğimiz noktaya doğru, yani siyasi ömürlerini tamamlamaya doğru yol almaya başladı.

***

Yaşam hızla değişiyor, gelişiyor. Ayak uyduramayanlar ise yaşamın çok kötüleştiğini, eski günlerin arandığını ifade ediyor. Yaşamın anında kalabilenler, teknolojiye ayak uyduranlar ise aksine yaşamın daha da iyiye doğru gittiğini, yaşamı esasen insanların zorlaştırmaya çalıştığını ifade ediyor.

***

Evet, zor olan yaşam değil. Yaşamı zorlaştırmak için kafa yapısını değiştirmeyen, gelenekselci anlayışı devam ettirmek ve kendisi ne düşünüyorsa, karşısındakine saygı duymadan onu kabul ettirmek, o kişiyi bastırmak isteyenler, artık gelecek nesiller tarafından kabul görmüyor. Kimse birilerinin örf ve adetine göre yaşamak, yaşamını o sınırlayıcı, baskıcı, demokratik anlayıştan uzak bir yaşama sığdırmak zorunda değil. Ve hele ki bunun adına “saygı” deniyorsa… Esas saygısızlık, size dayatılanları “saygı” diye sizin de başkalarına, yeni nesile dayatma çabanızdır.

***

Birileri hep siz olamadı diye, sizden sonra gelenleri, “duyarsız, saygısız, sorumsuz” diye kötülediniz. Aslında orada kaybettiniz. Kimse siz olmak istemiyor. Herkes kendisi olmak, kendi istediği yaşamını sürdürebilmek için mücadele ediyor. O yüzden de, “Y kuşağı” ile yaşadığınız kuşak çatışmasının daha da fazlasını, “Z kuşağı” ile yaşamaya hazırlıklı olun, derim. Ve buna da sevinmenizi öneririm. Gelişen, sorgulayan, hakkını dayatmaların altında sınırlayıcı bilgiler odağında aramayan özgürlükçü yeni bir nesil geliyor.

***

Felaket senaryoları çizenler, çağa ayak uyduramayanlardır.

***

Hiç kaygı duymayın. Özgürlüğünden vazgeçmeyecek, hakkını sonuna kadar savunacak, demokrasiden taviz vermeyecek geleceğe ışık tutan bir nesil geliyor… Şimdi esas, demokrasi karşıtları düşünsün!

Continue Reading

Popüler

blank