Connect with us

Genel

Hasan Saim Öztürk: İnsan hakları ihlalleri ve ülkemizin hukuk düzenindeki yeri

Published

on

blank

10 ARALIK DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ’dür. As. Hakim Hukuk Müşaviri olarak olarak 1990 yılında Milli Savunma Bakanlığına atandığımdan itibaren ülkemizdeki insan hakları konusu ilgi alanıma girdi ve bu konuda 1995 yılına kadar Bakanlığı TBMM’de komisyonlarda temsil ettim. Terörle mücadeleden kaynaklanan İnsan Hakları ihlalleriyle ilgilendim. Ne yazık ki AİHM’in yargı yetkisini kabul ettiğimiz 1990 yılından beri ülkemizin giderek artan bir hak ihlali dava yükü oldu.

***

Batılı Devletler ve insanlık milyonlarca can kaybına ve Avrupa’nın yıkılmasına neden olan 2.Dünya Savaşı’ndan sonra gelişmeye başlayan insan hakları kavramını kurumsallaştırmanın ilk adımlarını, 26 Haziran 1945’te  San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesinin 1.maddesinde, 10 Aralık 1948’de kabul edilen BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde, 4 Kasım 1950’de imzalanan; ancak 3 Eylül 1953’de yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayarak attı. Bunlardan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan hakları ihlalleri konusunda bir denetim mekanizması kurarak ve Uluslararası yargı yetkisini de kabul ederek ihlallerin önlenmesi adına etkili bir adım attı.

***

Ülkemiz AİHM’de 1954 yılında imza koyarak taraf olmuş, 1987 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru hakkını kabul etmiş ve 1990 yılında da bu mahkemenin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiştir. Avrupa Konseyi tarafından AİHM’in yargı yükünün çok artması nedeniyle taraf ülkelerin insan hakları ihlallerine bakmak üzere İç Hukuklarında bir düzenleme yapması istenildiğinde taraf ülkeler bu isteme uyarak düzenlemeler yapmaya başlamışlardır. Venedik Komisyonunun 85. genel kurulunda tasvip gören bu uygulama doğrultusunda Anayasa Mahkememizce hazırlanan bir tasarı bu komisyonunca da uygun bulunmuştur.

***

Ülkemizde 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumunda kabul edilen bir hükme göre Anayasa Mahkememiz iç hukukta insan hakları ihlalleri konusunda ilk ve son derece mahkemesi olarak görevli olması 6216 sayılı yasayla getirilen düzenlemeyle bu mahkemenin kuruluş yasasının 45, 46, 47, 48, 49, 50, ve 51. maddelerine göre açık olarak kabul edilmiştir.

***

Bireysel başvuruya konu olabilecek hakları şu başlıklar altında sıralamak mümkündür. Yaşama hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, suç ve cezaların kanuniliği, özel yaşama ve aile yaşamına saygı, konut ve haberleşme özgürlüğü, düşünce, ifade, din ve vicdan hakkı, düşünceyi açıklama ve yayma hakkı, örgütlenme ve toplanma hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, serbest seçim hakkı, temel hak ve hürriyetlerin korunması(etkili başvuru hakkı), eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı.

***

Yönetimlerin idari eylem ve işlemleriyle, ihmali davranışları sonucunda, bu hakların ihlaline sebebiyet vermesi ve buna karşı talepte bulunanların tüm iç hukuk yargı yollarını tüketmelerine rağmen bu haklarını elde edememiş olmaları halinde, Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan dava açılabilmektedir. Can Dündar-Erdem Gül kararında Anayasa Mahkemesinin bu kuraldan ayrıldığı tartışmaları yapılmışsa da, ülkemizde yaşanan siyasi davalar süreçleri göz önüne alındığında(Ergenekon-Balyoz v.b) hak ihlalinin tespit edilmesi, aynı hukuki yolların(İtiraz) kullanılmasına rağmen sonuç alınamaması yargı yollarının tüketildiği, tutukluluğun devamının hak ihlalinin devamına sebebiyet vereceği ve ağır mağduriyetlerin ortaya çıkabileceği değerlendirilerek davaya bakılmış ve hak ihlali tespiti yapılmıştır. Maalesef hukuk devleti iddiasında olan bir ülke olarak İNSAN HAKLARI ve HAK İHLALLERİ karnemiz çok kötüdür ve bugün on binlerce dava dosyası ANAYASA MAHKEMEMİZDE sıra beklemektedir.

***

Ayrıca bir başka güncel sorunda ANAYASA MAHKEMESİ‘nin kamuoyunda Milletvekili Can Atalay dosyasında hak ihlali ve tahliye kararının Anayasanın 153. maddesine rağmen bazı yargı organlarınca yerine getirilmemesive bunun bir anayasa krizinin doğmasına neden olmasıdır. Çok vahim olan bu durumun insan hakları ihlallerinin artık ülkemizde yasal güvenceden yoksun olduğunun bir göstergesidir. Anayasa Mahkemesi’ne ait yargıyolundan sonra Uluslararası Anlaşmalara dayalı olarak AİHM’de insan hakları ihlalleri için dava açma olanağı da  mevcut bulunmakta; ancak telafisi imkansız zararlar doğmakta, HUKUK DEVLETİ ağır hasara uğramaktadır..