Genel
Psikolog Sinem Taşyaran: “Teknoloji Sosyallikten Uzaklaştırıyor”
Published
5 yıl agoon
Gazetemizin sorularını yanıtlayan Psikolog Sinem Taşyaran, “Özellikle küçük yaştaki çocukları düşündüğümüzde teknoloji sosyallikten uzaklaştırıyor, evet. Bir paravanın arkasında durup olduğumuz gibi değil, ‘olmak istediğimiz’ gibi gösterebiliyoruz kendimizi.” diye belirtti.
Taşyaran, “Her insanın neyi neden yaptığını anlamlandırması, farklı bakış açıları kazanması, çözüm üretebilmesi ve daha bir çok nedenden dolayı psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bardağın dolu ya da boş tarafıyla değil, bardağın bütünüyle ilgilenelim. Çünkü biz, artılarımız ve eksilerimizle bir bütünüz ve ancak bunu kabul edebilirsek sorunlarımızla baş edebiliriz.” dedi.
İşte günümüz toplum psikolojisini kısaca ele aldığımız, Psikolog Sinem Taşyaran ile gerçekleştirdiğimiz çok özel röportajın tamamı:
– Genel olarak psikoloğa gitmeyi reddeden bir toplumuz. Sizce, bunun sebebi nedir?
Aslında bu durumun sadece bizim toplumumuzla sınırlı kaldığını düşünmüyorum. Psikoloji bilimi 1800’lü yılların sonunda ortaya çıktı ve 1900’lü yılların ortasına kadar bir çok ruh sağlığı bozukluğu farklı sıfatlarla adlandırılarak bu kişilere büyük cezalar verildi. Kalıtsal bir geçiş de söz konusu. Günümüzde hala Psikologa gitmeyi reddedenler yok değil tabii. Bunun da en büyük sebebi, psikoloğun tam olarak nasıl iyileştirici etki yarattığının bilinmemesi. ‘Konuşarak ne değişecek ki’ diye düşünülebiliyor ve maalesef psikologların akıl verdiği zannediliyor. Halbuki biz akıl vermiyoruz ya da kişileri yönlendirmiyoruz. Dediğim gibi, terapinin işleyişinin bilinmemesi en büyük önyargıyı oluşturuyor.
– Her insanın psikolojik olarak yardım alması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Tabii ki. Başımıza olumsuz bir olay geldiğinde birilerine anlatma ihtiyacı hissederiz. Bunu sadece paylaşmak için değil, içinde bulunduğumuz durumu başkasının gözünden görmek için de yaparız. Psikologa gittiğimizde de, kendimize bir uzmanın gözünden bakmış ve kendimizle ilgili farkındalık kazanmış oluyoruz. Her insanın neyi neden yaptığını anlamlandırması, farklı bakış açıları kazanması, çözüm üretebilmesi ve daha bir çok nedenden dolayı psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
– Teknolojik gelişmelerin kişileri yalnızlaştırdığını söyleyebilir misiniz? Bu durum, psikolojik travmaya dönüşür mü?
Özellikle küçük yaştaki çocukları düşündüğümüzde teknoloji sosyallikten uzaklaştırıyor, evet. Bir paravanın arkasında durup olduğumuz gibi değil, ‘olmak istediğimiz’ gibi gösterebiliyoruz kendimizi. Bu da, yine paravanların ardından konuşan başka teknoloji esirleriyle yapay bir ilişki kurmamıza neden olabiliyor. Fakat bunun tam tersi örnekler de mevcut. Aslında ulaşamayacağımız, tanıyamayacağımız, dokunamayacağımız hayatlarla temas edebiliyoruz teknoloji sayesinde. Özlem gideriyoruz, yeni ilişkiler kurabiliyoruz ve sosyal ağlarımızı genişletebiliyoruz. Bu nedenle, teknoloji psikolojik bir travma yaratır demek mümkün değil. Kişinin teknolojiyi nasıl kullandığına bağlı olarak değişebilir sonucu.
– Sizce, insanların kendini aşamadığı, ya da kendinde ısrarla görmek istemediği noktalar nelerdir?
Aslında bu konuda genelleme yapmak uygun olmayabilir. Kimi kendi hatalarını görmeyebiliyor, kimiyse tüm hatayı kendisinde buluyor. Kimi başarılarını görmüyor, kimiyse tek bir başarıyı odak noktası haline getirip fazla hırslı davranabiliyor. Bireyin ısrarla görmek istemediği bir nokta varsa, o konuda bir direnci vardır ve terapi yaklaşımlarına göre bu direncin anlamı da farklılaşır. Dolayısıyla, ‘genel olarak şu noktaları fark etmiyoruz’ demek yerine bireyleri kendine özgü olarak değerlendirmek çok daha sağlıklı olacaktır.
– En çok ne tür psikolojik travmayla karşılaşmaktasınız? / En çok hangi psikolojik sorunla karşılaşmaktasınız?
Kaygı bozukluklarıyla çok sık karşılaşıyorum. Burada kaygıyı sadece bir duygu olarak değil, bir düşüncenin ürünü olarak ele alıyorum. Böylelikle, aslında kimi zaman öfke, kimi zaman hiçbir şey istememek bile aslında kaygının ürünü olabiliyor. Kaygının temelinde ise çoğunlukla çocukluk çağında yaşadığımız olaylar oluyor. İlla ki olumsuz travmatik olayları kastetmiyorum. Ailenin ilgisi, beklentileri, bizler için çabaları bile kaygı kaynağına dönüşebiliyor.
– Genel olarak, Türkiye’deki vatandaşlarımızın psikolojisini nasıl görüyorsunuz?
Yaşam koşulları, kalabalık şehirlerdeki uyum sağlama süreçleri, gürültü ve çevre kirliliği, hızla tüketen bir toplum haline gelişimiz… Bununla birlikte gelişmekte olan ülkeler içinde yer alıyor oluşumuz, gerektiğinde birlik ve bütünlük içinde olabilmemiz… Çoğu konuda olduğu gibi, bunda da şahsen ‘iyi’ ya da ‘kötü’ gibi net bir değerlendirmede bulunamam. Fakat her zaman daha iyisinin mümkün olduğunu düşünüyorum.
– İnsanlara, yaşamlarına bakış açılarıyla ilgili buradan bir mesaj vermek ister misiniz?
Sadece olumlu düşünerek ya da evrene olumlu mesajlar göndererek hayatımızı iyileştiremeyiz. Hayatı, hem olumsuz hem de olumlu yönleriyle birlikte bir bütün olarak değerlendirirsek kendimizi iyileştirebiliriz. Bardağın dolu ya da boş tarafıyla değil, bardağın bütünüyle ilgilenelim. Çünkü biz, artılarımız ve eksilerimizle bir bütünüz ve ancak bunu kabul edebilirsek sorunlarımızla baş edebiliriz.