Connect with us

Genel

Çetin Ali Aytaç: Tıkanan siyaset ve gazetecilik

Published

on

blank

Tüm dünya gibi koronavirüs salgınıyla uğraştığımız 2020 yılı, siyasi, ekonomik, sosyal ve de kültürel anlamda yaşamış olduğumuz tıkanıklığı, çözümsüzlüğü de içinde barındıran bir yıl haline gelmiştir. En basit çözümcül olayları bile çözmekte zorlandığımız, en olağanüstü koşullarda bile bir araya gelmeyi başarmakta zorlandığımız bir sürecin içinden geçiyoruz. Belki insani olarak toplumsal dayanışmayı bu süreç zarfında çok güzel atlatmayı başardık; ancak bizi kontrol etmeye çalışan siyasiler, bu dayanışmanın önüne hep bir dinamit koydu ve bizim birbirimizden kaçarak uzaklaşmamızı sağladı.

***

Peki, Türkiye’deki siyasiler neden bizi hep bir eksen içinde tutmaya çalışıyor?

***

Aslında sebebi gayet açık ve net! Türkiye’de siyaset; dar kalıplı bir zihnin içine sıkıştırılmış ve çözüm üretmeye müsait olmayan bir hale getirilmiştir. Her siyasi demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten bahsediyor; ama kaçı bu bahsettiği söylemleri samimiyetle yerine getirebiliyor… İşte esas sorunda zaten burada başlıyor. Günden güne samimiyetten iyice kopan siyaset, aslında bugün halktan ne kadar koptuğunu göstermektedir. Bunun en net cevabı da, anketlerde birinci parti olarak çıkan “KARARSIZLAR” grubudur.

***

Kaosun, sert ekonomik krizin, yönetememe durumunun yaşandığı dönemlerde iktidarlar her zaman kaybetmeye mahkumdur. İktidardan kopan seçmenler ise iktidara alternatif muhalefet partilerine yönelirler. Ancak iktidardan tamamen umudunu yitiren, iktidara güvenmeyen seçmenin büyük bir kısmı, şu an için alternatif bir muhalefette göremediği için seçimi ya boykota hazırlanıyor, ya da kararını seçim günü oluşacak havaya bırakmak istiyor. Keza bu durum, muhalefet partilerine oy veren seçmenler içinde geçerli gibi görünüyor. AKP’nin bu güne kadar yaptığı uygulamalardan bunalan, demokrasinin askıya alındığını gören ve ekonomik krizle geleceğe umutsuz bakan muhalif seçmen, yıllardır destek verdiği muhalefet partilerinden de çok umutlu değil, hatta çok fazlasıyla tepkili… Çünkü beklediği siyaseti yaptıklarına inanmıyor. Sahada bir mücadele görmüyor. Parti içi yaşanan krizlerle de karşılaştıkça, güveni iyice azalıyor.

***

Zaman zaman İYİ Parti, Gelecek, Deva gibi partiler bu süreçlerde şişirilmeye çalışılıyor. İçlerinde belki taban olarak en güçlü görünen İYİ Parti daha fazla ön plana çıkarılmaya çalışılıyor; ama ne yazık ki, onlarda kendi içindeki kısır döngüleri aşmakta zorlandığı için, alternatif olarak gözükmüyor. İktidar karşıtlığı ile ve CHP’ye kızdığı için kopan bir grup seçmenle 24 Haziran’da hayat bulan ve oylarını birkaç puan daha yukarıya taşıyan İYİ Parti, “Bana bu kadar oy yeter” siyasetinin içine kendini çekiyor. Eğer tek tip model bir siyaset anlayışıyla devam edilirse, İYİ Parti’ye olan sempatide iyice azalacaktır. Deva zaten abartıldığı gibi bir çıkış yapamadı. Gelecek Partisi’de, AKP’den kopan bir kısım seçmene sadece hitap edebiliyor. Belki MHP tabanının muhafazakar milliyetçi seçmeninden de bir karşılık bulabilir. Ama 3-4 puan bandını bu siyasetle aşması çok zor. O da en iyi ihtimal…

***

Gelelim CHP’ye… Tabanın yıllarca koşulsuz destek verdiği CHP, birçok fırsatı tepmiş, seçmeninde ümitsizlik yaratmaya başlamıştı. Daha sonra 24 Haziran’da seçim kaybedilse de, Muharrem İnce’nin adaylığı ile başlayan umut aşılaması, 31 Mart yerel seçimlerinde karşılık bulmuş, seçmende de ciddi bir heyecan yaratmıştı. Ancak bu heyecan beklenildiğinden çok kısa sürdü. Yerel seçim zaferi yaşayan CHP’nin oyları, 1 yıl sonra yapılan birçok ankette yüzde 20’nin altına düştü. Bununla ilgili anlatılacak elbette çok sebep var; ama en büyük sorun, tavanın tabandan uzaklaşmasıyla başlamıştır. Bu kopuş yaşanmasa, bugün hiçbir şey yapmasa bile, yerel seçim zaferlerinden ötürü 25-26 bandında bir CHP oyunun olması gerekirdi. Ancak ne yazık ki yılmış bir taban ve o tabanın çığlığına kulak veremeyen yöneticiler bulunmaktadır. Israrla da, o sesi duymamaya devam etmektedirler.

***

Oy kaybındaki bir diğer önemli neden ise partide yöneticilik sıfatlarında bulunan kişilerin genel başkanın, milletvekillerinin, belediye başkanlarının paylaşımlarını paylaşmaktan başka bir siyaset yapamamalarıdır. Bunada zaten siyaset denmez de işte… Bu paylaşımları zaten evinde oturan birçok partili yapıyor. Hatta fikirleriyle, düşünceleriyle tepkisini ortaya koyuyor. Partisine çözüm üretmeye çalışıyor. Ama siyaset yaptığını zanneden bu arkadaşlar, “gık” bile dahi demeden sadece fotoğraf paylaşarak, “Bakın ama biz çalışıyoruz” gibi yapıyor.

***

Siyasette, özellikle böyle bir zamanda işlevsel, fikirsel olarak yetersiz siyasetçilerin aktif görevde olması, iktidar adayı olan partilere en büyük zararları vermektedir. Yarın iktidar olmak istiyorsan; bu gün en iyisi olduğunu göstermen gerekir. Bunun içinde sarfettiğin çabanın en az iki katını ortaya koymalısın. Yoksa rutin işlerle sadece zaman öldürürsün. Mesaisinin bitmesini bekleyen, “Cuma olsa da, hafta sonu planları yapsam” diyen çalışan gibi… Siyasetçinin mesai saati yoktur. 24 saati siyasettir…

***

Siyaset tıkandı… Haliyle gazetecilik mesleğinde de, uzun yıllardan beri süregelen tıkanıklık, siyasi tıkanıklıkla beraber bugün daha fazla gün yüzüne çıkmaya başladı. Bunu yerel gazetecilikte de oldukça fazlasıyla görüyoruz. Hala birini kalemiyle tehdit ederek bir şeyler koparmaya çalışanlar, bir gölgenin arkasına saklanarak kendisini dev aynasında görenler ve masallar diyarında yaşayanlar…

***

Peki, bu durum nasıl aşılır? Çözüm nedir? 

***

Tıkanmışlık; siyasetten başlayarak birçok mesleğe, yaşamın içine kadar işlemiştir. Çözüm arayan, güven veren, samimiyetle yaklaşan siyasetçileri karşısında görmek isteyen halkın beklentilerine, sesine onu dar kalıplara sıkıştırarak, kendini garanti altına alarak değil; kendini ona hizmet eden bir aracı, beklentilerine ise karşılıksız yanıt veren bir siyasetçi olduğunu göstererek karşılık verebilirsin.

***

Atatürk döneminde halkın her kesiminin temsil edildiği TBMM’de bugün büyük bir çoğunluğunu iş insanları oluşturmaktadır. Yani paran varsa siyaset yapabilirsin modeli hakimiyetini sürdürmektedir. Halk, meclisine temsilci değil patron mu seçiyor! Göklerde manzara güzeldir. Her yeri görürsün; ama ara sokaklar, orada yaşanan acılar, zorluklar tepeden bakıldığında hiç dikkatini çekmez. Gözün sadece güzel yerleri görür. Bize tepeden bakan değil, ara sokaktan geçen, geçerken de o sokağa bakıp insanlarına dokunan siyasetçiler lazım. İşte bunu tüm samimiyetiyle ortaya koyacak siyaset; Türkiye’de iktidar olur. 

***

Atatürk’ün tam bağımsız Cumhuriyeti, “patronculuk” değil, “halkçılık” ilkesini benimsemiştir. Atatürk, saraycılık zihniyetinden eşit yurttaş zihniyetine bürünen, yüzüne insana dönen bir Cumhuriyet yaratmıştır. Bugün ise maalesef 100 yıl geriye gidilmiştir. Kim ki yüzünü halka döner, ilk seçimde bu AKP gider…

blank
blank
blank