Connect with us

Genel

İmamoğlu canlı yayında deprem gündemini yorumladı

Published

on

blank

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Halk TV’de canlı yayınlanan “İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah” programında deprem gündemine yönelik çarpıcı açıklamalar yaptı. Olası İstanbul depreminde yıkılması ya da çok ağır hasar görmesi muhtemel 90 bin yapıyı ya dönüştürmeyi ya da güçlendirmeyi hedeflediklerini belirten İmamoğlu, bunun amaçla bir Deprem Konseyi kurulmasının şart olduğuna vurgu yaptı. 

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Halk TV’de canlı yayınlanan “İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah” programının canlı yayın konuğu oldu. İmamoğlu, Eyüpsultan’daki İSKİ yerleşkesi içinde bulunan AKOM binasında gerçekleştirilen yayında, Küçükkaya’nın deprem gündemine ilişkin sorularını yanıtladı. İmamoğlu’nun Küçükkaya’nın sorularını verdiği yanıtlar özetle şöyle oldu:

“İNSANLARIMIZA EV YAPMAMIŞIZ, TABUT YAPMIŞIZ”

“Yıkılan bina sayısına baktığımızda ve kaybettiğimiz insan sayısına tahmin ettiğimizde parça parça oluyoruz. O kadar vahim bir durumdayız. İnsanlarımıza ev yapmamışız, tabut yapmışız. Baktığımızda kötü bir sınav verdik yani. Çok kötü bir sınav verdik. Çok üzgünüz ve çok düşünmemiz gereken ve en fazla sorumluluk hattı oluşturmamız gereken alandan bahsediyoruz açık ara. Sinsi bir düşmanın ansızın gelip, işte bir şehrin yerle bir etmesi meselesi bu. Onun için ben diyorum ki; meydan okuyacağımız tek şey var: Gerçekten depreme karşı meydan okumak ve ona göre gereğini yapmak, şehirlerimizi öncelemek. Ki bunun da başında İstanbul geliyor.”

“İLK 48 SAATTE NE YAPTIK?”

“AFAD’ın eşleştirmesi ve AFAD’ın önderliğinde bölgeye ekiplerimizi, başta arama-kurtarma ekiplerimiz olmak üzere, sevk etmeye başladık. Tabii bunu sevk ve idaresini AFAD yönetti. Urada şunun altını çizelim: Bunun hesabını vereceğiz. 48 saat çok önemli. İlk 48 saatte ne yaptık? 48 saatte ne denli sahaya etkin bir biçimde hakim olduk? AFAD, Türkiye’nin en çatı kurumu. Kimse AFAD’ı reddedemez. Reddetmek ne kelime? Bizim en çatı kurumumuz. Milletimiz vergileriyle, sizler, bizler verdiğimiz yetkilerle, kendimizi afet anında emanet ettiğimiz kurumumuz. Şimdi bugün eğer toplumun büyük bir kesiminde bir sıkıntı var ve bu konuda bir eleştiri alınıyorsa, artık yavaş yavaş, bunun masaya ciddi olarak yatırılıp, hesabının sorulup, nerede yanlış yapıldığının, karşılığında yeni revizyonlar gerekiyorsa, onunla ilgili tedbirlerin acilen alınmasının şart olduğunu düşünüyorum. 48 saatte sahada devletimizin bütün birimleriyle, ekipleriyle ne kadar var olabildik? 48 saatte enkazların yüzde kaçına gidip sahip olabildik ve orada çalışmalarımızı başarabildik?”

“AFAD’IN KOORDİNASYONUNDA CİDDİ SIKINTILAR YAŞANDI”

“İkinci gün, Sayın Genel Başkanımız ve üç belediye başkanımızla birlikte; ben, Ankara ve İzmir Belediye Başkanlarımızla birlikte hemen bölgeye gittik. Ve bölgeye gittiğimizde ne yazık ki acı, feryat… Yoğun bir biçimde. Biz, 48 saatte, yani o ikinci gün, hatta üçüncü gün, hatta dördüncü gün… Çünkü dördüncü gün dahil, bölgede dolaştık. Dördüncü gün dahil sokakta, enkazlarda, insanlarımızın yardımına koşan kurumlar noktasında AFAD’ın koordinasyonunda ciddi sıkıntılar yaşandı. Çok ciddi sorun gördük. Yedinci gün tekrar gittim. Yedinci, sekizinci, dokuzuncu gün yine oralardaydım. Açıkçası çok düzelmiş bir durumda değildik. Ki hala zaten bazı sorunları dinliyoruz. Bakın ‘siz’ demiyorum, ‘biz’ diyorum. Yani bu memleketin sorumlu bireyleriyiz biz, yöneticileriyiz. Yani ben kendimi sorgulamalıyım. Bugünün sistemini sorgulamalıyım. Ben neresindeyim? ‘Ben neresini eksik yaptım’ diye bakmalıyım. Diyorum ki hatta, ‘Her biriniz, bütün yöneticiler, kendi ruhlarında, kendi vicdanlarında 10 şiddetinde deprem gibi kendisini sarssın. Bir sarsılalım, bir kendimize gelelim. Ve hep beraber oturup düşünelim.”

“KAYITSIZ ŞARTSIZ, AÇIK ARA TEK MESELEMİZ BUDUR”

“Deprem günü saat 05.00’ten 07.00’ye kadar AKOM’da, bölgeye gidecek ekiplerimizin koordinasyonunu sağladım. Saat 07.00’de üst kattaki toplantı odasına, İstanbul’un özne bir ekibini çağırıp, ‘Arkadaşlar, sizin işiniz 28 Şubat’ı geçirmeden İstanbul’a tekrar en acil eylem planımızı açıklayıcı hazırlıkları yapmak. Zaten göreve geldiğimizden bugüne yaptıklarımız var. Üstüne koymamız gerekenler var. Önümüzdeki günlerde deprem sürecinden ve bölgesinden almamız gereken dersler var. Hazırlıklarımızı yapalım ve biz çıkalım milletimizin huzuruna diyelim ki arkadaşlar; ‘Bir kez daha bir seferberlik planı açıklıyoruz. Kayıtsız şartsız, açık ara tek meselemiz budur. On binlerce canımızı kaybettik.’ Onun için bu hafta çarşamba günü halkımızın huzuruna çıkıp, çalıştıklarımızla ortaya koyduğumuz iradeyi tebliğ ettik.”

“ÇEKİLİN, BİLENLER İŞİNİ YAPSIN”

“Afetle ilgili kurumlar arası koordinasyon eksik. Bu meselenin yüzleşme anını yaşamak zorundayız. Bugün öğleden sonra AFAD’la toplantıya katılacağım başka bir konuda. Valiliğin davetiyle ben bugün toplantıya gideceğim. Arkadaşlarıma, ‘AFAD’ın yönetmeliğini çıkartın bakayım’ dedim. AFAD’ın her türlü yetkisi var İsmail Bey. Milli Savunma Bakanlığı’ndan komutanlıklara, birçok kurumla ilgili her lojistik envanterini harekete geçirecek yetkisi var. Ama AFAD, gerçekten çok katılımcı, çok özgür ve kendi iradesi olan bir dile sahip olmalı. Hangi ilde bir afet olsa, kameraların önünde 2-3 üç tane bakan görüyoruz. AFAD’ımız var bizim. Çekilin, bilenler işini yapsın. Her bakanın geçmiş mesleğine baktığınızda, farklı farklı alanlarda kabiliyetleri olabilir. Ben kalkıp, ‘Afeti yöneteceğim’ diyebilir miyim İsmail Bey? Yetkin arkadaşlarım önden çalışmalarını yürütürler. Ben, arka plandan onların eksiklerini nasıl tamamlarım? Topluma nasıl mesajlar veririm? Onlardan aldığım bilgiyle toplumu nasıl bilgilendiririm meselesine odaklanırım.

“SORUNUN KAYNAĞI; TEKİL İRADE”

Ama bölgede gördüğümüz ve daha önceki deneyimlerden söyleyeceğim çok net bir şey var: Bizim bürokrasimiz, konuşamıyor. Bizim bürokrasimiz, yetkisini kullanamıyor. Bizim bürokrasimiz, özgün bir biçimde işine odaklanıp, ‘Ben bu işi en iyi nasıl yapabilirim’den ziyade, gelecek siyasi talimatın endişesi ve kaygısıyla koltukta bile titreyerek oturuyor. Sorunun ana kaynağı bu. Makamlardaki insanlara bakalım: Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde okumuşlar. Bu güzel coğrafyanın, bu güzel milletin, devletin evladı olarak, Cumhuriyet’in evlatları olarak doğmuşlar. Hangi köyünde, hangi ilin, hangi semtinde doğmuşlarsa doğmuşlar ama büyümüşler. Aynen sizin gibi, bizim gibi. Yani milletin yetiştirdiği insanların tek borçlu olacağı kişi ya da topluluk kim? Millet. Kamu kurumunu ve kamu hizmetini eğer hayatınıza dair tercih etmişseniz, zaten meseleniz millete hesap vermekle ilgili, millete tabi olmakla ilgili, millete hizmet etmekle ilgili. Bakın altını çiziyorum. Bu kendini iyi yetiştirmiş, iyi okullarda okumuş, eğitimler almış ve devletimizin bürokrat kadrolarını oluşturmuş insanlarımızın kabiliyetlerini yüzde 10 oranında bile gösteremedikleri bir rejimin içerisinde, AFAD’da köşeye sıkışmıştır. Bu bir rejim meselesi. Yani tekil irade. Tekil irade dediğimi ne? Geçenlerde bir örnek verdim. Biz burada bir yangın söndürdük. Utanç verici. ‘Efendim Cumhurbaşkanımızın onayıyla yangını söndürdük’ diyen danışmanı oldu, bakanı oldu. Ya Allah aşkına, yangını söndüren İstanbul itfaiyesi. Şimdi kalksa İstanbul İtfaiyesi’nin erii ya da başındaki Daire Başkanı dese ki, ‘Ekrem İmamoğlu’nun talimatlarıyla yangını söndürdüm’, ben onunla o an bağını kopartırım yani. Böyle bir şey olur mu?”

“HERKES BİR KİŞİYE ‘ACABA SÖYLEDİĞİM NASIL GİDER, BENİ NASIL ETKİLER’ KAYGISIYLA HAREKET ETTİĞİ İÇİN SİSTEM TIKANMIŞTIR”

“Bir bürokratla oturuyorsunuz. Bakın isim vermiyorum. Genel konuşuyorum. Bürokrasinin isimlerini en tepeden, en tırnağa istediğiniz makamı tarifleyebilirsiniz. Sizinle stratejiyi konuşamıyor. İstanbul Belediye Başkanısınız. Genel Başkanımız ve üç büyükşehir belediye başkanı olarak, oranın sorumlu valileriyle bir masada, ‘Nasılsınız, iyi misiniz, ne yapabiliriz’ duygusuyla dahil olduğumuz bir masada aldığımız cevap aynen şu oldu ikinci günü: ‘Hiçbir sorunumuz yok. Her şey yolunda…’ Kardeşim, biz o yoldan geldik. Enkazları gördük. Yani bir devletin bürokrasisi şöyle yapmalı o masada: ‘Sayın Genel Başkan, hoş geldiniz. Değerli Belediye Başkanlarımız, sizinle, o yüksek koordinasyon ve yüksek lojistik ekibinizle, şu şu eksiklerimizi konuşmak isteriz, şu konuyu beraber halledelim, birlikte şunu çözelim.’ Bu kadar yetkin bir dönemde bizden her şeyi talep etmekte hakları var. Yani, ‘Milletimize mi hesap vereceğiz, acaba bir cümleden dolayı, bu ülkeyi yöneten tekil iradeyi mi hesap vereceğiz?’ Mantık burada tıkanıyor. Onun için akıl da tıkanıyor. Bilim de tıkanıyor. O bakımdan herkes insanlarına değil de bir kişiye ‘Acaba söylediğim nasıl gider, beni nasıl etkiler’ kaygısıyla hareket ettiği için sistem tıkanmıştır. Bunu çözmek zorundayız. Rejimle çözeriz biz.”

 

“SİSTEM TIKANIKLIĞININ TEMEL SEBEBİ; REJİM”

“Bizim Kızılay’la bir ilişkimiz olmadı bu afet süresince. Çünkü zaten AFAD’la ilişki kurmaya ve koordine olmaya gayret ettik. Örneğin ben ikinci gidişimde, yani yaklaşık sekizinci günü diyebilirim, arkadaşlara dedim ki, ‘AFAD’la görüşebiliyor musunuz? AFAD’la irtibat kurabiliyor musunuz?’ ‘Yani görüşüyoruz ama sıkıntılı. Buluşamıyoruz. Tam yetkili birileriyle sohbet edemiyoruz.’ Hatay’dan bahsediyorum. Koordinasyon toplantımızı yaptık ve o gün öğle saatlerinde AFAD’a gittim. Hatta arkadaşlarım, ‘Başkanım, gelmeyin. Çünkü biz, sizi görüştüreceğimiz muhatabı tam olarak belirleyemedik’ dediler. Valiler yokmuş, toplantıdaymış vesaire. Düşünsenize, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, o gün itibariyle Hatay’da yaklaşık 4000’e yakın personeli olan, yaklaşık 750’ye yakın iş makinası, yüksek kuvvetli vinçleri olan, en güçlü lojistik ekibine sahip İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı diyor ki, ‘AFAD’a geleyim, konuşalım. Nasıl iş birliğini güçlendireceğiz, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen hususlar nelerdir’ noktasında, ‘Başkanım, muhatap yok. Bulamadık. İsterseniz gelmiyor’ diyor. ‘Olur mu’ dedim, ‘Geliyorum.’ Gittim. İnanın muhatap arıyoruz binada. En son birisi dedi ki orada yetkililerden, ‘Şu valimiz burada ama bir bakanımızla görüşme yapıyor’. ‘Hangi Bakanımızla.’ ‘Sağlık Bakanı.’ ‘Nerede kardeşim?’ Şurada, burada derken en son odasını buldum. Çaldım kapıyı, girdim içeri. Oturduk Sağlık Bakanıyla, valiyle. Yarım saat, bir saat sohbet ettik. Sohbetimizin amacı ne? Birlikte nasıl çalışırız? Birlikte ne yaparız? İhtiyaçlarımız neler? O gün itibarıyla AFAD’ın Hatay’daki masasına İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ekibinin sorumluları dahil olmaya başladı. Sekizinci gün. Bunu ilk gün yapacaksınız. Yani sistemin tıkanıklığının temel meselesinin sebebini altına hep çiziyorum. ‘Rejim’ diyorum. Bugünkü sistem diyorum. Onun için demokrasinin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu, insanlara bütün kabiliyetlerinin sergilenmesine fırsat veren bir sistem, rejim olduğunu ısrarla anlatıyoruz ki, bugün temelde değiştirmemiz gereken meselenin o olduğu üzerinden bunu anlatmaya gayret ediyorum.”

“ÇADIR MESELESİNİ BU KADAR KONUŞMAK CANIMIZI YAKIYOR”

“Bu ülkede çadır meselesini bu kadar konuşmak, inanın canımızı yakıyor. Biz, İBB olarak 4 dört binin üstüne çıktı, çadır dağıttık. Çadır kentler kurduk. Yaklaşık 1500 civarında çadır sevk ettik. Ama bununla yetinmedik, alıma geçtik. Fakat yaşadığımız sorun alımla ilgili, bütün üreticilerin AFAD tarafından uyarıldığı, takip altına alındığı ve tek merkezden onlara verilmesi gerektiği noktasında talimatlar alındığı söylendi. Biz de bu başka kabiliyetle, oradan, buradan, yani şu anda bile hala günde 100-150 çadır bölgeye ulaştırıyoruz. Şu anda biz orada yaklaşık 6000 kapasiteye ulaştık. Yani dağıtımlarımız devam ediyor bir yandan. Hatay’dan bahsediyorum. Hatay dediğiniz yerin, 1 milyon 700 bin nüfusu var. Tabii ki bunun büyük bir kısmı Hatay dışına çıktı ama Hatay’da kalan insanlarımız evini terk etmiyor, bahçesinde çadırını istiyor. Oradaki çadır sorununu çözecek kurum biz değiliz. Bakın lojistikten bahsediyorum. Enkazdan bahsediyorum. Örneğin, şu an kent temizliği yapıyoruz. Örneğin, ilaçlama yapıyoruz. Sağlıkla ilgili hizmetlerimiz var mı? Kadınlarımıza, çocuklarımıza hijyen setleri dağıtıyoruz. Gıda kolileri gönderiyoruz. Ama çadır meselesi Türkiye’de temel olarak AFAD’ın sorumluluğundadır. Kızılay’ın sorumluluğundadır.”

“KIZILAY KÜÇÜLMÜŞ”

“Geçenlerde bir bütçe gördüm. Kızılay’la Yeşilay arasında aşırı dengesiz bir bütçe farkı var. Yeşilay, neredeyse 20 katı bir bütçeye sahip kuruma dönüşmüş Kızılay’a oranla. Kızılay küçülmüş. Halbuki Kızılay, bizim can damarımız. Yani Kızılay, afet anındaki birinci markamız. Her ne kadar AFAD koordine gücüne sahip olsa da tepede dursa da birinci hattımız Kızılay. Yüzümüzü o hilale döneriz. Bu yeni bir şey değil yani. Yaklaşık 150 yıldır bu ülkenin kaderinde, bu ülkenin en sıkıntılı alanında var olan kurumu, bugün bu şekilde konuşmak, büyük bir utanç. O bakımdan biz çadır meselesinde büyük bir etki göstermek istiyoruz, ama etkin gücümüz bir yere kadar.”

“BÜTÜN YANLIŞLARIMIZLA DİRENÇSİZ KENTLER ÜRETTİK”

“İstanbul odaklı bir göç yaşamadık. Daha çok Mersin’i çok etkiledi. Ki ben ziyaret ettim Vahap Bey’i. Ankara ve daha farklı kentlere bu yoğunlaşma söz konusu. İstanbul’da da deprem beklentisi var. O kaygı, insanları elbette biraz geri tutuyordur. Bir başka yönü; İstanbul tabii yaşamın en zor olduğu noktalardan biri. Hem maliyet olarak hem konut bulma meselesinde zaten barınmayla ilgili bir sorunun olduğu bir İstanbul, biraz daha geri planda. Ve şu öneriyi yapıyoruz: Diyoruz ki; ‘Bunu gelin bir kırılma anı gibi görelim.’ Yani bütün yanlışlarımızla, bugün dirençsiz kentler ürettik. Bakın bu ülkede, kesintisiz 21 yıldır bir iktidar var. Yani ona buna suç atacak, onu bunu kötüleyecek durumda da değiliz. Yerel yönetimlerin olduğu bölgelerde de uzun vadeli, yani bir nevi istikrarlı yönetimler söz konusu. Ama işin bu tarafına da girmiyorum. Diyorum ki; ‘Bir yanlış var.’ Son 23 yıla mesela ben nasıl bakarım biliyor musunuz? Yanlışları tespit etmek için bakarım. Çünkü o kadar az doğrumuz var ki. Doğrumuz olsa, bu kadar insanımızı kaybeder miydik İsmail Bey?”

“MİMARIN YERİNE GEÇTİNİZ, ŞEHİR PLANCISININ YERİNE GEÇTİNİZ…”

Yanlışları tespit edelim, aynı yanlışları yapmamak adına bir yolculuk belirleyelim. Peki ne yapıyoruz biz o günden beri? Verdiğimiz mesajlar ne? ‘Bana 1 yıl verin, hemen binalarımızı yapacağım. Efendime söyleyeyim, şu kadar bin konutu hemen atacağız.’ Şimdi bu ne biliyor musunuz? Mimarın yerine geçtiniz. Şehir plancısının yerine geçtiniz. Jeoloji mühendisinin yerine geçtiniz. Yani siyasiler savuruyor. Geçenlerde, ‘1,5 milyon konutu, hemen İstanbul’un belirlediğiniz rezerv alanlarına taşıyacağız’ dediler. Ya arkadaşlar diyorum ki ilk günden beri, ‘Bu alanı, partiler üstü bir yere koyup, siyasi vaat alanından çıkartalım. Bu mesele benim, senin hayatını, senin benim çocuklarımın, geleceğinin, annemin, babamın yaşamını etkiliyor’ diyorum. Dün, bir bina yıktık. Bir ev yıkıldığı zaman, hatırlayın Elazığ’ı, bir evin, bir binanın önünden günlerce sizin kameralarınız ayrılmadı. Ne oldu? Ne bitti? Bir binadan 30, 40, 50 canın kaybını yaşadık. İçimiz kavruldu öyle değil mi? Bir bina. O bina dönüşürken, ben nasıl mutlu oluyorum biliyor musunuz? Çünkü bir binada 50-60 insanın canını kurtarmış gibi hareket ediyorum. O zaman bizim bu yanlışları yaparak değil, yeni nesil bir şehir kurma anlayışını ortaya koyarak bir sistemi var etmeliyiz.”

“KEŞKE, ‘İSTANBUL’DA DEPREME HAZIRIZ’ DİYEBİLSEM”

“Keşke, ‘İstanbul’da depreme hazırız’ diyebilsem. 24 yıl bitmiş olacak bu senenin ağustos ayında. Gölcük depreminin ardından, Düzce depremini yaşadığımız takvimden bugüne geçirdiğimiz zaman. Çeyrek yüzyıl. Ulusal Deprem Konseyi kurulmuş. Rahmetli Demirel öncülük etmiş, Cumhurbaşkanımız ve o dönemin siyasileri. 2007’de lağvetmişiz  Ulusal Deprem Konseyi’ni. Niçin biliyor musunuz? ‘Güncelliğini yitirmiştir’ diye. Deprem güncelliğini yitirebilir mi? Bakın, İstanbul’da 24 yılda çok şey yapılabilirdi. Hiçbir şey mi yapılmadı? Hayır. Epeyce bir şey yapıldı. Ama yetersiz. Yani güzergah yanlış çizildi. Düğmeyi yanlış ilikledik ve o süreç öyle devam ediverdi. Bir anda İstanbul’da kentsel dönüşümün adı kirlendi. Niçin? Şimdi suçu işte A, B, C partilerini atmak gayreti içinde değilim. Hayır. Mesele bütüncül. ‘O parti suçsuz, bu parti suçlu’ da demiyorum. Neticede İstanbul’da başka siyasi partilerin de görev alanları oldu o dönemden bugüne. Ben bütüncül bakıyorum. Ama iktidar eğer bu sürece, ‘Sen, sen,sen bunu engelledin’ derse, olmaz. ‘Fikirtepe’ye git bak’ deriz. Neredeyse 17-18 yılını tamamlamak üzere Fikirtepe. Ne durumda Fikirtepe? Sefillik. Bir bölümü bitmiş, Ki hiç tahmin edilemeyecek seviyede bir yaşam alanı oluşmuş. Yani ne anlamda söylüyorum? Hayal kırıklığı anlamında söylüyorum. Yüksek yapılar vesaire… Fikirtepeli’ye şu vadedilmişti: ‘Fikirtepeli, Fikirtepe’de yaşayacak.’ Ya da işte Sulukule dönüşümü konuşulur hep.”

“İSTANBUL’DA BU İŞ, RANTA DÖNÜŞTÜ”

“İstanbul’da bu iş, ranta dönüştü ve şuna dönüştü: Lüks konut üretme yarışına dönüştü. Nerelerde biliyor musunuz? İstanbul’un rezerv alanlarında. Rezerv alandan kastım, konut alanı değil. Sosyal donatı alanı, yeşil alanı, park alanı, kültür tesisi alanı, yani hatta ve hatta daha ileri gideyim -bu çok trajik- askeri alanlarımız. Ne yaptık biz ‘yeşil alanlar’ diye tariflediğimiz askeri alanlar biliyor musunuz? Askeri alanların yaklaşık 15 bin 304 hektar alanının yüzde 21’inin statüsü kaldırıldı ve lüks projeler için imara açıldı. Burada mesela en son Esenler’de, Esenler Belediyesi’ne terk edilen askeri alan yok. İstanbul’da, 130 kamu arazisinde, 85 milyar dolarlık rant elde edildi. Nasıl? Şöyle söyleyeyim: Askeri statüden çevrelere konut alanı elde edilmiş, -oradan normalde kamunun bundan faydalanması lazım- alanlar lüks konuta dönüştürülmüş ve buralar lüks konuta dönüştürüldükten sonra satılmış. 85 milyar dolarla sorunu kökten çözerdik biliyor musunuz? Yani İstanbul’daki kentsel dönüşümle ilgili sorunu kökten çözerdik. Yapamadık. Ataköy sahillerini düşünün. Birçok yerde devlet buna eğildi ve bu konudaki çalışmaları sürdürdü. Bu 85 milyar dolarlık rantın İstanbul’a gitmediği, kentsel dönüşüme gitmediği, İstanbul’da sosyal konuta gitmediği açık, ortada. Olsaydı İstanbul’da barınma krizini konuşur muyduk?”

“TAYFUN KAHRAMAN’IN KULAKLARINI ÇINLATAYIM”

“Yaptığımız bir hızlı tanıma metodu var. Ben buradan Tayfun kardeşimin kulaklarını çınlatayım. Şu anda ne yazık ki cezaevinde. Yani ne istedi Tayfun Kahraman? Daha fazla yeşil istedi. Ne istedi? Kentsel planlamada akıl ve bilimin ışığını istedi. Ne istedi? İstanbul’da ne kadar çürük bina var, bunu tespit edelim istedi. Bana geldi, ‘İstanbul Teknik Üniversitesi’yle konuştum. Bu siyaseten riskli konu Sayın Başkanı. Bu konuyu size sunuyorum ama bu artık milletin kapısını çalmak demek’ önerisini getirdi. ‘Siyaseti, riski miski düşünme, hemen girelim’ dedim. Ama yüzde 30 yakın binaya sokulduk biliyor musunuz? Bizi yüzde 70’e yakın insanımız binasına sokmadı bu tespiti yapabilmemiz için.”

“GÜÇLENDİRME MESELESİ ÇOK MÜHİM”

“İstanbul’da, bir deprem anında yıkılması muhtemel ya da çok ağır hasar görmesi muhtemel 90 bin yapı olduğuna biz inanıyoruz. 90 bin yapı ya dönüşecek ya güçlendirilecek. Bu güçlendirme meselesi çok mühim bir mesele. Güçlendirmenin 3-4 modeli var. Arkadaşlarımızla yaptığımız bu eylem planlaması içerisinde dedik ki, ‘Ana hatta iki kavramı koyuyoruz kardeşim.’ Bulduğumuz bina, eğer güçlendirmeye müsaitse, güçlendireceğiz. Güçlendirme konusunda farklı alanlar var. Tarihi binalar var. İzinlerin çok uzadığı birtakım yapılar var belli SİT alanlarında bulunan vesaire. Bütün bunların da çözümüyle ilgili çalışmalar yapıyoruz. Birçok mesaj alıyorum mesela ben 4-5 gündür. İşte Boğaziçi öngörünümünde bulunan binaların güçlendirilmesinden tutun da tarihi yapılı eserlerde ne yapacağı, diyenler masamızda. Konuşuyoruz, tartışıyoruz. Tabii yasaya aykırı bir şey yapamayız. Ama yasa sınırları içerisinde bir metot bulmaya çalışıyoruz. Hiç kimseyi geri çevirmemek adına, doğru adımlar atmak adına, ne yazık ki kötü niyetli birileri varsa da onlara fırsat vermemek adına doğru işlerle İstanbul’un güçlendirme metoduna çalışıyoruz. 15 Mart itibariyle başvuruları almaya başlayacağız. KİPTAŞ’ı bu işte de ana organ, ana kolon olarak ortaya koyup, tabiri caizse yüklenicileri sevk ve koordine eden, finansmanında vatandaşlarımıza katkı sunan bir sistemi İstanbul’da vadediyoruz. Bunun amacı şu: Güçlendirme, görüyoruz ki hayat kurtarıyor.”

“85 MİLYAR DOLARLIK RANT BU ŞEHRE HARCANMADI”

“Bir sene önce KİPTAŞ’ı toplantıya çağırdım, dedim ki, ‘Arkadaşlar, sokak sokak şantiye kuracağız.’ Efendim, KİPTAŞ bir bina yapmazmış, yani tek bina. Sokak arasına girmezmiş. Hayır, gireceğiz kardeşim. Dün, Kadıköy’de inanın bir binanın yıkılması, toplasanız bir saat sürmedi biliyor musunuz? Gözlerimize gördük. Beton bitmiş. Kolondaki bütün demirler paslı. Ve düne kadar o binada insanımız yaşıyor. Yanındaki bina, benzer bir bina. Yalvarmışlar ‘Hemen anlaşalım sizinle’ diye. Buradan çağrı yapıyorum. Gelin kardeşim. Biz de elimizi taşın altına koyuyoruz. Gelin, sizi bir an önce o binalardan kurtaralım. Çağrı yapıyoruz. Bakın bu işin ana müsebbibi, az önce dedim ya, 85 milyar dolarlık rant, bu şehre harcanmadı. Kamu böyle. Belediyelerimizin hataları var. Bakın A parti, B partisi. Hatalarımız var. Bir kentsel dönüşümü siyasi bir zeminde tartışırken, ‘O parti yapamaz, biz yaparız’ değil. Meseleye böyle bakmamalıydık. Bakın kendi partime bile kusur olarak konuşuyorum İsmail Bey. Bunu yapmazsak, çuvaldızı kendimize batırmazsak, olmaz. Kentsel dönüşümün, insan hayatını kurtardığı noktada her şeyi bir kenara bırakacağız, oturacağız, çözüm bulacağız.”

“İSTANBUL’UN DEPREMİ HEPİMİZE DİZ ÇÖKTÜRÜR”

“Şehircilik Bakanı’yla bir centilmenlik anlaşması yaptık. ‘Kentsel dönüşüm yaparken önümüzde bir engel var ise, biz o engeli kaldırmaya çalışacağız’ dedik. O da bize yardımcı olduk. Başka engellemelerle karşılaştık mı? Karşılaştık. Ama birbirimize yardımcı olduk. Her şeyi bir anda çözemeyebiliriz. Ama şunu da söyleyelim: Devletimizin kurumları kadar, vatandaşımızın da kusurları var. ‘Efendim 10 daireyle anlaştık, 11’nci daire binasından çıkmıyor.’ Yok yürütmeyi durdurma alıyor. Yok bilmem ne yapıyor. Yok 100 bin lira daha fazla, 200 bin lira daha az… Bunu tartışacak durumda değiliz. Bakın yılları heba ettik. Canımız burnumuzda yani. ‘Sayı’ demek istemiyorum. Verilen sayıyı da tartışmak istemiyorum. İstanbul’un acısı, İstanbul’un depremi, milletimize, devletimize, hepimize diz çöktürür İsmail Bey.”

“DEPREM KONSEYİ, MARMARA İÇİN DE KURULMALI”

“Deprem süreciyle ilgili, kentsel yenilemeyle ilgili, planlamayla ilgili, toplam 25 yasa, 11 yönetmelik var. Daha ileri gideyim. Bu konuda yetkili 19 kurum var, biliyor musunuz? Bu sistem içerisinde, ister istemez kurumların bile ayakları elleri birbirine dolanıyor. Onun için diyoruz ki; İstanbul’u bütünlükçü bir çatı, sorunlarını çözebilecek bir yere taşır. Bir Deprem Konseyi öneriyoruz. Bakın ben bunu, 2019’un sonunda, Şehircilik Bakanı’na sundum. Bu Deprem Konseyi, aynı zamanda Marmara için de kurulmalı. Bu İstanbul’da kuracağımız prototip. Alın, Adana’ya da kurun. Alın, Maraş’a da kurun. Alın, Erzurum’a da kurun. Ama İstanbul için bu şart. İstanbul için bir özel yasa da şart. Yani bütün bu konuları içine alan ve sistemi çözen bir özel yasa da şart. İstanbul’da Deprem Konseyi’nde şu masaya oturduk İsmail Bey. Şu masaya kim var? Bakanlık var. Bakanlık temsilcileri var. Valilik var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi var. İlçe belediyeleri var. Finans sektörü var. Para olmadan olur mu bu iş? Sigorta sektörü var, yapı sektörü var, müteahhitler var, yapı malzemesi üreticileri var. Öyle bir karma bir yapı ki, demokrat bir yapıdan bahsediyorum. Tabii ki bunun karar verici mekanizmaları, gayet güzel organizasyon şeması içerisinde olgunlaştırılabilir. Bunu Sayın Şehircilik Bakanı’na hem Ankara’da anlattık hem de İstanbul’da ısrarlarımız üzerine bir istişare toplantısı düzenledi. Orada da bizzat kendisine bunu sunduk. Dinlediler. ‘Gayet iyi bir öneri’ dedi; orada kaldı.”

“BU ÜLKENİN BAKANLARININ NE İŞİ VAR SAĞA SOLA SATAŞMAKLA, KAVGA ETMEKLE”

“Bu ülkenin bakanlarının ne işi var sağa sola sataşmakla, kavga etmekle? Ya işini yap. Beni marke etmekle eline ne geçecek? Bu ülkenin bakanı, ana muhalefet liderine ya da X diğer muhalefet liderine sataşmakla, milletvekiliyle kavga etmekle, hakaret etmekle, Ekrem İmamoğlu’ne hakaret etmekle… Ne oldu? 16 aydır terörist arıyorsunuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Unutuyoruz, farkında mısınız? 16 aydır ihbar ettikleri teröristleri arıyorlar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Hani? Bir tane yok. Ayıp değil mi? Bu iktidar iktidar var olduğu sürece, bu hukuk anlayışı var olduğu sürece her an her şey olabilir. Bize verilen ceza, şu an istinafta. Terör soruşturması savcılıkta. Herhangi bir henüz mütalaa yok. Günün sonunda deprem meselesinde… Bakın yenileme, güçlendirme; bakın finansman, sıfır faizli… Vatandaşımıza eğer bir evde, iki asgari ücretten az gelir varsa, sıfır faizle ona kredi imkanı sunmak istiyoruz. Meclis’te. Ocak ayında Meclis’e yolladık. Aralık ayında yazdık. Şubatta biz deprem olacağını mı biliyorduk? Dedik ki; ‘Sıfır faizli kredi dağıtmak istiyoruz.’ Devletin verdiği kiradan daha fazla, üç katı kira desteği verip -çünkü 1500 lira kira bir şey yapmıyor İstanbul’da- bu acil yıkılması gereken diye tespit ettiğimiz binalarda hem kiracıya hem mal sahibine verilmek üzere, Meclis’e önergemiz yolladık. Yani çaba sarf ediyoruz. Gayret ediyoruz.”

KURAKLIK UYARISI: “GERÇEK KONULARIN NE KADAR UZAĞINDAYIZ”

“Son 22 yıllık ortalamaya göre, en kurak dönemi yaşıyoruz diyebilirim. Fakat kuraklık, sadece İstanbul’da değil. Türkiye’nin neredeyse beşte dördü bu durumda. Çok kötü. Doğu Karadeniz bile yağış alma konusunda çok sorunlu bir dönem geçiriyor. Ben bazen şöyle sabah kalktığımda diyorum ki; ‘Gerçek konuların ne kadar uzağındayız.’ Deprem, hayatımızın en önemli açık ara gündemi. İklim değişikliği, hiçbir gün gündemimizden çıkarmamamız gereken konulardan birisi. Metro meselesi, İstanbul’un en önemli meselelerinden biri. Ama aynı zamanda iklim değişikliğiyle mücadelede de öncü bir uygulama. Bilimsel ve teknik zeminde atacağınız adımları, 100 adımın 99’unu atacağız, kalan bir adımımızı belki boş konulara ayırmamız gerekir. Bu kim? Yanlış anlamayın; siz saygıdeğer basın mensupları, siyasiler, bürokrasinin temsilcileri toplum, yerel yöneticiler, sivil toplum, akademisyenler… Güzel ülkemin gündemini, inanın dehşetle izliyorum. Mesela, depremle beraber yüz binlerce üniversite öğrencimizi niye evine yolladık İsmail Bey? Aklım almıyor neden olduğunu. En son bu kadar feryattan sonra, ‘Nisan ayı başında tekrar değerlendireceğiz’ dediler. Sebebini kimse bilmiyor biliyor musunuz? Mantıklı hiçbir açıklaması yok.”

“ŞU AN BİR ENKAZ FACİASI YAŞANIYOR”

“Şu an bir enkaz faciası yaşanıyor. Ben raporu aldım, bizzat gittim AFAD’a, bu son gidişimde Hatay’a. İlgili kişiyle konuşarak, kendisine bilimsel raporu verdim. Dedim ki, ‘Bakın enkaz işinde yanlış adımlar atıyorsunuz. İçinde asbest var. İçinde tehlikeli gazlar var. Dağ gibi bir sistem kuruyorsunuz orada. Bir de tarım alanlarının üstünde. Vatandaşın arazilerinin üstünde. Bu iş, profesyonel bir iştir. Geri dönüşümü düşünülmeli. Mümkün olduğu kadar azaltılmalı. Ki geri dönüşümle birlikte, ayrıştırmayla birlikte en az beşte birine kadar indirilmesi mümkün bir kapasiteyi, siz bulduğunuz yere yığıyorsunuz. Olacak iş değil. Her işimiz abur cubur İsmail Bey. Ne biliyor musunuz mesele? ‘Aman biz bu seçime her şeyi yetiştirelim, milletin oyunu alalım.’ Bakın, milletin canı önemli değil. Milletin geleceği önemli değil. Ben diyorum ki, ‘Değişelim ya.’ Meslek hayatımızda, Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra iş yapış şeklimizi değiştirdik. Belki de o 99 dönemi, beni siyasete sürükledi. Türkiye’nin 3 kişisinden birisi Marmara Bölgesi’nde yaşıyor. Olacak iş mi? Biz bütün Türkiye’yi topladık, üç kişiden birini 10’da birine yığıyoruz. Hatta yığmaya devam ediyoruz. Gayrisafi milli hasılanın yüzde 50’si Marmara Bölgesi’nde. Bu bir beka sorunu. Diz çöktürür bize. Meydan okuyoruz, ‘Eyyy şu, eyyy bu.’ Meydanı, depreme okuyalım. Neyle? Teknikle, bilimle, bilim insanlarımızla. Kulak verelim onlara. Kendimize emanet edelim. Siyasete kendimizi tümden emanet ettik. 23 yıldaki fatura ortada. Şimdi başka bir dönem başlıyor. Başka bir stratejik altyapı başlamalı ülkemiz adına. 100 milyar dolarlık kayıptan bahsediliyor bugün yaşadığımız Kahramanmaraş depreminden sonra. Maneviyatın parası ölçülemez zaten. Can kaybının parası ölçülemez. Ama 100 milyar dolar kayba uğramış bir ülkeyiz biz.”

“YAPABİLDİKLERİMİZ VE YAPAMADIKLARIMIZLA ANILACAĞIZ”

“Acilen bir araya gelelim, İstanbul’u bir arada konuşalım. Hatay’ın tekrar yerleşimini bir arada konuşalım. Yani televizyona çıkıp, ‘1,5 milyon konut yapacağız İstanbul’a’ gibi, seçim vaadi cümlesi kurmayalım. Bunlar olamayacak laflar. Yani 1,5 milyon konut yapmayı nasıl tariflerler biliyor musunuz? ‘Sen hayatında hiç bina yapmadın mı’ derler.  Olmaz. Olmayacak işi konuşup, insanlarımızı oyalamayalım. Aldatmayalım. Bir masaya oturalım. Önce bir üst masraf kurulur. İrade masası; siyasi, bürokratik irade. Tartışalım. Sonra alt grupları oturtalım, ‘Kardeşim, acelemiz var. Size 2 ay süre. 2 ayın içerisinde raporlarınızı getirin, bize sunumlarınızı yapın’ diyelim. Tez, antitez. Tartışalım, konuşalım. Onun içinİstanbul depremiyle ilgili de o 10 şehrimizdeki depremin bundan sonraki ihtiyaçlarıyla ilgili de çocuklarımız, gençlerimiz, eğitimleri, geçici barınma, sonra kalıcı barınma süreçlerinin de öyle planlanması lazım ki İsmail Bey, bizim o bölgede 100 yıl dayanıklı, dirençli, gurur duyacağımız kentleri var edebilmenin adımını atmalıyız. İstanbul’da da geç gelmesi için dua ettiğimiz depreme kadar, hep birlikte… Bakın bugün ben konuşuyorum, yarın bu makamda başkası olacak. Kimse bu makama çakılıp kalmıyor. Yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımızla anılacağız. Onun için ben mümkün olduğu kadar gerçekleri söylemeye gayret edeceğim.”

ALTILI MASA SORUSU

İmamoğlu, Küçükkaya’nın, dünkü Altılı Masa toplantısı sonrasında yaşananlarla ilgili sorusuna da özetle şu yanıtları verdi:

“Olan biteni aslında biraz basından biraz sosyal medyadan okuyabildim. Konuşulanları ya da basına düşenleri biliyorum. Kişisel olarak beni ilgilendiren bir hattıyla ilgili genel başkanımızdan bir telefon ya da bir bilgilendirme almadım. Bizim bütün muhalefet olarak rejime karşı mücadele ettiğimizin farkında olmalıyız. Bu rejim binalarımızın sağlamlığını tehdit ediyor. Bu rejim şehirlerimizin geleceğini tehdit ediyor. Bu rejim çocuklarımızın geleceğini tehdit ediyor. Bu rejim yönetim anlayışımızı tehdit ediyor. Özgürlüğümüzü, hürriyetimizi… Mücadelemizin rejim olduğunu bir kere unutmayalım. Bizi yıpratmaya çalışıyorlar ama dönem dönem bizim sahamızın insanları da ne yazık ki içinde siyasi arkadaşlarımızın da olduğu zeminlerde bu mesele, bu tartışmalar yapıldı, köpürtüldü.”

“BENİM DE ADAYIM GENEL BAŞKANIMDIR”

“Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. 25 yıllık bir sürecin değişmesini sağlamış bir ortamın temsilcisi. Buna liderlik yapan İstanbul’un belediye başkanı. Dolayısıyla bu mevzuya bizi malzeme etmeyin. Ben, bu mevzuya şöyle bakarım dedim: ‘İstanbul’un belediye başkanı, bu mevzulardan uzak duramaz. İlgilenir. Nasıl ilgilenir? İyi olması için ilgilenir. Doğru yürümesi için ilgilenir. Stratejik olarak doğru adımların atılması için ilgilenir. İyileştirilmesi için ilgilenir. Her konuda desteklemek için, buradaki ekibin Türkiye’ye dair proje hazırlanmasından tutun birçok hususuna kadar. Dolayısıyla ben bu misyona kendini adamış bir neferim’ dedim. Ben hala aynı yerdeyim. Her Cumhuriyet Halk Partili’nin adayı Genel Başkanıdır. Benim de adayım Genel Başkanımdır.”

“BU MASA AYRILIK MASASI DEĞİLDİR”

“Bu masanın kararı önemlidir. Bu masanın kararı alırken birbirini tatmin etmesi, kaygılarının giderilmesi önemlidir. Bu masa ayrılık masası değil. Bu masa parçalanma masası değil. Bu masada hepimiz ant içtik. Ben ne dedim? ‘Ben 6’lı Masa’nın en çalışkan neferi olacağım.’ 6’lı Masa’dan bir eksilmemeli, iki eksilmemeli. Böyle bir şey yok. Biz daha çok insanı kucaklamalıyız. Ne demek eksilmek? Hepimiz eğri oturacağız, doğru konuşacağız. Burada birinin gönlü kırılıyorsa onu tamir edeceğiz. Biri kaygılanıyorsa o kaygıyı gidereceğiz. Kolay mı kazandık İstanbul seçimini? O zamanki ölçümleri siz benden daha iyi biliyorsunuz. İlk çıkışımızda İstanbul’da 14-15 puan gerideydik.  Hangi şehirde bir iktidarın en tepesindeki insan gelip 30 tane miting yaptı. Ama biz kırılganlıkları gidermeye gayret ettik. Zorlukları gidermeye gayret ettik.”

“EKSİKLER, KAYGILAR GİDERİLECEK”

“Siyaseten kim nereye gelecek, kim ne yapacakla zerre ilgilenmedik ama bir sorun varsa atlayıp gittim Ankara’ya. Oturdum masaya, bunu düzeltin, burada uzlaşın dedim. Her iki genel başkanla da. Yolda eften püften sebeple istifa edenleri tekrar görevine geri dönmesi için ‘ama’ya fakat’a gerek yok kardeşim, olan oldu önümüze bakalım’ deyip geri döndürdük. Biz sürece, ‘Ben ne olacağım diye bakmadık. Kaç kişi inanıyordu Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da seçimi kazanacağına? Herkes eğri otursun doğru konuşsun. Biz seçimi 31 Mart akşamı kazandık. 23 Haziran ödülü oldu. Burada sorumluluk kimde? Tabii ki sorumluluğun sırası benim Genel Başkanımla başlar, sayın Meral Akşener ile devam eder. Diğerleriyle beraber bu süreç toparlanır. Çünkü ana unsuru, iki siyasi partidir. Bu iki siyasi partinin birlikte duruşu, bize İstanbul’u kazandırmıştır. Başka siyasi unsurların da bize destekleri olmuştur. Yani bu ittifakın içinde olmayan. Ama bu iki partinin oturup, memleketi düşünerek kaygıları gidererek. Konuşmadan uzlaşma olmaz.”