Connect with us

Genel

Asalettin Arslanoğlu: Türkiye’de adil paylaşımla ilgili bir sıkıntı vardır

Published

on

blank

DİSK Merter Şube Başkanı Asalettin Arslanoğlu, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Çetin Ali Aytaç’ın gündeme dair sorularını yanıtladı. Arslanoğlu, “Türkiye’de zenginlik üretmeyle ilgili bir sıkıntı yoktur. Adil paylaşımla ilgili bir sıkıntı vardır. Derhal buradan çıkmak gerekir ve toplumun buna örgütlenmesi gerekir.” ifadelerini kullandı. 

DİSK Merter Şube Başkanı, Sivil Oluşum Sarıyer’in kurucularından Asalettin Arslanoğlu, gündeme dair gazetemizin sorularını yanıtladı. Arslanoğlu, “Aslında asgari ücret normal koşullarda yılda iki defa belirleniyordu. Sonra Çalışma Bakanlığı’nda bulunan asgari ücret komisyonunun faaliyetlerinde bir değişiklik yaptılar ve asgari ücretin yılda bir defa belirlenmesine karar verdiler. Yani bu değişiklik AKP iktidarı döneminde yapılmıştır. En düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesinde olması gerekir. Ayrıca Türkiye’de çalışanların yüzde 50’ye yakını asgari ücretle çalışmaktadır. Bu durumdan da kurtulmak gerekir. Türkiye’de zenginlik üretmeyle ilgili bir sıkıntı yoktur. Adil paylaşımla ilgili bir sıkıntı vardır. Derhal buradan çıkmak gerekir ve toplumun buna örgütlenmesi gerekir. Çünkü toplumumuzda sendikal örgütlenme oranı çok düşüktür. Buna DİSK olarak bizlerde yeterince müdahale edemiyoruz.” diye konuştu.

İşte Asalettin Arslanoğlu ile gerçekleştirdiğimiz röportajın tamamı:

Sivil Oluşum Sarıyer olarak, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katılım sağlayacağı ve ertelenen çalışmanızla ilgili neler söylemek istersiniz? Sivil Oluşum Sarıyer olarak istediğiniz çalışmaları yeteri kadar duyurabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Sivil Oluşum Sarıyer’i kurduğumuzda amacımız, birilerini yıldız gibi parlatmak, ya da öne çıkarmak değil, mümkün olduğunca aktivite yapmak isteyen, ortaya bir çalışma koymak isteyen; ama kendisine uygun kanal bulamayan Sarıyer’deki dostlarımızı bir araya getirmekti. Bunu başardığımızı düşünüyorum. Bu arkadaşlarımızla beraber zaman zaman duruma uygun çeşitli etkinlikler, çeşitli faaliyetler yürüttük. Bu çalışmaların grup içindeki arkadaşlarımızı tatmin ettiğini görüyorum. Bu durumdan da mutluyum. Özellikle böyle bir dönemde pandemiye ve ekonomik krize bağlı olarak toplumun tamamen kendi içine kapandığı bir dönemde derneklerin ve partilerin hareketsiz kaldığı bir ortamda bizim Sivil Oluşum Sarıyer olarak yaptığımız, çok iddiasız gibi gördüğümüz faaliyetler ön plana çıktı. Demek ki, arkadaşlarımızla beraber doğru adımlar atmışız. Bu nedenle benim açımdan da, grup içerisinde faaliyet yürüten 48 tane yürütme kurulu üyesi arkadaşlarımız açısından da yapılan çalışmalarımız tatmin edicidir.

DİSK Merter Şube Başkanı olarak, ülkemizde yaşanan bu ekonomik kriz sürecinde işçilerin yeterli seviyede bir maaş aldığını düşünüyor musunuz? Son dönemde asgari ücrete ara zam yapılacağı konuşuluyor. Sizce yapılmalı mıdır? Yapılacaksa da ne kadar olmalıdır?

Aslında asgari ücret normal koşullarda yılda iki defa belirleniyordu. Sonra Çalışma Bakanlığı’nda bulunan asgari ücret komisyonunun faaliyetlerinde bir değişiklik yaptılar ve asgari ücretin yılda bir defa belirlenmesine karar verdiler. Yani bu değişiklik AKP iktidarı döneminde yapılmıştır. Normalde Türkiye’de asgari ücret yılda Ocak ve Temmuz ayı olmak üzere iki defa belirlenirdi. Birden bire AKP döneminde tek sefere düşürüldü. Yani sadece Ocak ayında belirlenmeye başlanmıştı. Enflasyonun bu kadar yüksek seyrettiği, gıda enflasyonun bu kadar yükseldiği bir ortamda kesinlikle asgari ücretin yılda iki defa belirlenme sistemine ivedi olarak geçilmesi gerekir. Bunun için kanuni bir düzenleme yapmaya gerek yoktur. Kanun buna uygundur. Asgari ücret tespit komisyonu derhal toplanıp Çalışma Bakanlığı’nın da çağrısıyla derhal bir düzenleme yapmalıdır. Buna ihtiyaç vardır; ama bu pek tatmin edici olmayacaktır. Asgari ücret 4250 lira olduğunda da biz DİSK olarak tavrımızı ortaya koyduk ve asgari ücretin 5 bin liranın üzerinde olması gerektiğini ve vergi dışı bırakılması gerektiğini ifade ettik. Devamında 4250 liraya çıkarıldı. Bu çok büyük şatafatla duyuruldu. O zaman da dediğimiz gibi, enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ortamda bu verilen zam asla çalışanları tatmin etmeyecektir. Bir defa çok fazla emekli kesimi de vardır. En düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesinde olması gerekir. Ayrıca Türkiye’de çalışanların yüzde 50’ye yakını asgari ücretle çalışmaktadır. Bu durumdan da kurtulmak gerekir. Türkiye’de zenginlik üretmeyle ilgili bir sıkıntı yoktur. Adil paylaşımla ilgili bir sıkıntı vardır. Derhal buradan çıkmak gerekir ve toplumun buna örgütlenmesi gerekir. Çünkü toplumumuzda sendikal örgütlenme oranı çok düşüktür. Buna DİSK olarak bizlerde yeterince müdahale edemiyoruz.

“TÜRKİYE’DE PARA, UZUN YILLARDIR KÜÇÜK BİR AZINLIĞIN ELİNDE TOPLANMAKTADIR”

Asgari ücretin 4250 liraya çıktığı dönemde küçük işletmeler bu ücreti ödeme konusunda zorluk yaşayacaklarını belirtmişlerdi. Şimdilerde ise asgari ücrete bir ara zam yapılması gündeme geldi. Küçük işletmelerin sahipleri asgari ücreti bile zor ödediklerini ifade ederken, yeni zam yapılması halinde daha da zorlanacaklarını ifade ediyorlar. Hatta bu süreçte bazı iş yerlerinde işçi sayısının azaltılabileceği bile söyleniyor. Bununla ilgili nasıl bir formül bulunmalıdır? Bir çözüm öneriniz var mıdır?

Öncelikle ülke ekonomisi de, dünya ekonomisi de bir bütündür. Bütün her şey birbirine bağlıdır. Çalışanlara, işçi-memur farketmez, emeklilere düşük maaş veriyorsanız eğer, piyasalarda yeteri kadar para dönmeyecek demektir. Esnaf yeteri kadar et satamayacak, bakliyat satamayacak demektir. Çünkü alıcısının alım gücü yoktur. O nedenle ki, piyasaya yurttaşlar üzerinden para sürerseniz, yurttaşların alım gücünü arttırmış olursunuz. Bu da, o şikayette bulunan küçük esnafın bir şekilde müşterisinin artmasını sağlayacaktır. Bu sayede de piyasada paranın dönmesi sağlanacaktır. O nedenle buna dikkat çekmek istiyorum. Eğer durum onların düşündüğü gibi olsaydı, bugün çok yüksek ücretlerle çalışılan Avrupa ülkelerinde bütün küçük esnafın batması ve ekonominin bloke olması gerekirdi. Halbuki kapitalizm dediğimiz değirmen sadece para ile dönen bir değirmendir. Paranın çok az sayıda kişide toplanması ciddi bir hastalıktır. Türkiye’de de para, uzun yıllardır sadece küçük bir azınlığın elinde toplanmaktadır ve lüks tüketime gidilmektedir. O nedenle küçük esnafta aynı bizimle birlikte işçilerle, işsizlerle, emekçilerle, emeklilerle ve bütün memurlarla birlikte büyük sıkıntılar yaşamaktadır. Bence Türkiye ekonomisinin yeni baştan bu şekilde kurgulanması gerekir. O zaman o zorluktan esnafta kendisinin çıktığını görecektir. Bir defa bunu çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Ayrıca en başta söylediğim gibi asgari ücrette vergi uygulamasının kaldırılmasını hep söyledik. Şu anda AK Parti tarafından bütün çalışanlara kümülatif vergi uygulaması başlatılmıştır. Bu da çok yanlıştır. Sana diyorlar ki Ocak ayında ne kadar maaş aldın? Sen de 5 bin lira aldığını belirtiyorsun. Şubat ayında da 5 bin lira alıyorsun ve sana diyor ki, 10 bin liralık insan oldun. Mart ayında bir 5 bin lira daha alıyorsun. Ve yıl sonunda, yıl içinde kazandığın para 39 bin lirayı bir kuruş geçse dahi sen artık zengin bir insansın diyor. Orta sınıfa girdin diyor ve aldığın maaşa yüzde 20 vergi koyuyor. Şimdi durum böyle olunca çalışanın, memurun birden bire vergiden dolayı ciddi bir kaybı oluyor. Paranın bir kısmı kesiliyor ve devlet dediğimiz mekanizmanın kasasına giriyor. Bu paralar, bunların lüks tüketimine, arabalarına, şatafatına, saltanatına gidiyor. Bütün bunların hepsini bir bütün olarak değerlendirmek gerekirse, gelirin, üretilen pastanın halkın daha geniş bir kesimine daha büyük bir pay olarak dağıtılması gerekir. Bunların sosyalist, sosyal demokrat iktisatçılarla yeniden tasarlanması ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere ekonomik çalışmaların yapılması gerekir.

“DEVLET, YILLARDIR HALK İÇİN HANGİ YATIRIMI YAPMIŞ?”

Halkın sırtına yüklenilen bu vergiler için ne gibi bir formül bulunabilir? Yani bu vergi yükü azaltılırsa, devlet ekonomik anlamda sarsılır mı?

Devlet, yıllardır halk için hangi yatırımı yapmış? Hangi yolu, hangi havalimanını, hangi hastaneyi, hangi okulu yapmış? Bu kadar vergi toplanırken, halk sefaletten inim inim inlerken devlet, halkının yararına hangi kamusal yatırımı yapmış? Birçok yatırım dedikleri şeyler, Türk özel sektörüne ve Türk özel sektörüne bağlı yabancı bankalara kaynak aktarır hale gelmiş. Bütün yatırımlarda yap-işlet-devret modeli ile köprülere geçiş garantisi verilmiş ve aradaki fark yine bizim vergilerimizle hazine tarafından ödenmektedir. Bu durum büyük bir adaletsizliği doğurmuştur. Çünkü Türkiye’de her birimiz maaşımızı alırken daha doğrudan vergi ödüyoruz. Maaşlarımızdan vergi için para kesiliyor. Elimize geçen, vergi için kesilmiş paradan bir kere daha vergi alıyorlar. Ekmek alırken, çocuk bezi alırken, süt, mama alırken, yani ne alırsak vergi ödüyoruz. Ve bir kere daha dolaylı vergi dediğimiz vergiyi ödüyoruz. Alım gücü düşük olanla, yoksul olanla, zengin olan da aynı vergiyi ödüyor. Bu durum büyük bir adaletsizlik yaratmıştır. Bunların devletin ayakta kalmasını sağlayan şeyler olduğu doğru değildir. Aksine, şatafat için kullanılmaktadır. Halkın da en büyük şikayeti budur. Bürokrasiye her gelenin, iktidara her gelenin odasını yenileme, araç yenileme, seyahat, sınırsız para harcama gibi lüks yaşamlarını bizim gibi sırtına vergi yükü bindirilmiş vatandaşlar finanse ediyor. Halkın ihtiyacı olan eğitimi, sağlığı, güvenliği finanse ettiğimizi düşünmüyorum.

“ANA MUHALEFET PARTİSİNİ BU NOKTADA YETERLİ GÖRMÜYORUM”

Bu yaşananlar karşısında başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, yeterli çözüm önerileri sunduğunu söyleyebilir misiniz? 

Ana muhalefet partisini bu noktada yeterli görmüyorum. Özellikle politikalarını bir bildirge haline getirip adım adım ilerleyerek ekonomi, sağlık, eğitim, sanayi gibi alanlarda manşetlere çıkacak önemli hamleler yapmasını beklerdim. Bunları maalesef göremedik. Bunu konferanslar düzenleyerek, basın önünde yaparak anlatabilirlerdi. Ülkenin tamamında teşkilatı olan bir partinin mahallelere kadar inerek, sistematik bir şekilde bunu halka anlatması gerekirdi. Aynı zamanda, aynı noktada, aynı temalı çalışmalar yürütmesi gerekirdi. Bunu birazcıkta pandemi koşullarına ve buna bağlı olarak örgütlerin toplanmamasına, öz eleştiri mekanizmalarının yürümemesine bağlıyorum. Kongre süreçlerinin ertelenmesi de yine bu noktada partilere zarar vermiştir.

Sarıyer’de tüm partiler genelinde son dönemde bir sessizlik havası oluştu. Zaman zaman küçük demeçler verilse de, açıklamalar yapılsa da, önceden birçok parti belirli dönemlerde sahaya iner, aktif çalışmalar yapardı. Ancak bu dönemde küçük çaplı çalışmaların dışında hiçbir partiyi aktif bir şekilde sahalarda göremiyoruz. Sizce, bu sessizlik ortamının sebebi nedir?

Sanırım Sarıyer’de siyaset yapanlar, siyaseti sivil bir aktivite olarak görmekten vazgeçmişler. Sanki yukarıdan aşağıya doğru kendilerine ne söylenirse sadece onu yapma ile siyaset yapıldığını düşünür hale gelmişler. Bir diğer sebebi de, az öncede belirttiğim gibi örgüt toplantılarının yapılmaması, öz eleştiri mekanizmalarının çalışmamasıdır. Kongre süreçleri siyasetçinin siyaset arenasında karne aldığı süreçlerdir. Şimdi siz siyasetçilerin karne aldığı tüm mekanizmaları ortadan kaldırırsanız, artık kimse kendisini motive edecek başka bir şey bulamaz. Bulmadığı zaman da, durumu idare etmek, sosyal medyada birkaç görüntü vermek, birkaç protokol etkinliğine katılmak yeterli hale geliyor. O nedenle de, genel olarak böyle bir sessizlik izliyorum. Bunun ivedi olarak buradan çıkması gerektiğini, örgüt toplantılarının bütün partilerde daha sık periyotlarda, yine mahalle toplantılarının daha sık yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca kongre süreçleri de başlatılmalıdır. Ama partiye üye yapımı sadece kongre amaçlı yapılmamalıdır. O zaman işin içine yoldaşlık değil, çıkar amacı girer. Tüm bu süreçlerin önünü açmak, üyeyi değerli hale getirmek için de kongrelerin yapılması gerekir.

“BİZİM GİBİ ÜLKELERİN DEMOKRASİYE İHTİYACI VARDIR”

Seçimle ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bir iktidar değişimi olduğunda, sendikacı olarak ekonomide düzelme yaşanacağını düşünüyor musunuz?

Demokrasinin en temel taşlarından biri de, farklılıklara saygı göstermektir. 20 yıl süren AKP iktidarının ilk dönemlerini iyi hatırlayın. Ana akım medya dahil, koalisyon hükümetlerinin ülkeyi yönetmesinin ne kadar kötü bir şey olduğu hep anlatıldı. Ülkede ekonominin bu sebeple çok kötü olduğu, hızlı kararların alınamadığı hep anlatıldı. Yaratılan bu algı ile halkın yüzü tek parti yönetimine çevriltildi. Güçlü bir tek parti ve çok çok güçlü bir lider sistemi inşaa edildi. Halbuki bizim gibi ülkelerin dünyanın demokrasiye ihtiyacı vardır. Çünkü insanlar eğer para yetişmiyorsa, gelir dağılımının adaletsizliğinden şikayetçiyse, daha refah seviyesi yükselmiş bir toplumda yaşamak istiyorsa veya eğitimden şikayetçiyse öğrenciler, zamlardan şikayetçiyse halkın bunu seslendirebileceği iklimin adı demokrasidir. Siz eğer demokrasiyi askıya almışsanız, o zaman hiçbir şey yapılamaz. O nedenle bana kalırsa bu seçimde bu yaşananlara halk son verecektir. İnsanlar tek parti sisteminden, bir kişinin ve bir partinin, şirketleşen yapının bu kadar güçlenmesinden artık oldukça rahatsız olmaya başladı. Türkiye’nin birçok noktasına gidiyorum ve artık bu şikayetlerle sıkça karşılaşıyorum. O nedenle ben önümüzdeki dönemde büyük bir koalisyonun, Millet İttifakı’nın çalışmasının başarılı olacağına inanıyorum. Şu an ki çalışmalarını da oldukça başarılı buluyorum. Ve seçimde büyük bir partiler koalisyonu olacağını, partilerin sağ sol ayrımı yapmadan birbirlerine ülke menfaatleri için tahammül ederek iktidarı paylaşacaklarını, iktidarı paylaşmanın kötü bir şey olmadığını halka göstereceklerini düşünüyorum. Ve bu sürecin devamında demokrasi ortamının yeniden yaratılmasıyla halkın daha iyi örgütlenip, sesini daha iyi çıkaracağına inanıyorum.

Son olarak, Sivil Oluşum Sarıyer’in CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da katılım sağlayacağı etkinliğinden biraz bahseder misiniz?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Helalleşme” başlığı altında çok önemli bir konuyu dile getirdi. Bu da, maalesef genel başkanın kontrolü dışında herkes tarafından kendine göre tarif edildi. Kendi partisinde bile çok eleştiri aldığını gördüm. Ve buna üzüldük. Sivil Oluşum Sarıyer’de bunu tartıştığımız zaman liderin yanlış anlaşıldığını, kendi örgütünün bile liderini anlayamadığını gördük. Bunun üzerine Sayın Kılıçdaroğlu ile görüşmek için bir randevu talep ettik ve makamında kendisini ziyaret ettik. 15 Şubat günü Sivil Oluşum Sarıyer’deki genç arkadaşlarımızla beraber katıldığımız görüşmede kendisine “Helalleşme” başlığının altında bir proje önerdik. Saydığımız önemli isimlerin 10 dakikalık bir konuşma ile yaşadığı acıları anlatacağını söyledik. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’ndan da bu paylaşımından ne anlatmak istediğini, bu acılarını paylaşan önemli isimlere anlatmasını istedik. Sayın Kılıçdaroğlu’da böyle bir toplantıya kesinlikle katılacağını ifade etti. Bunu planlamamızı söyledi ve biz de bunun planlamasını yaptık. 26 Mart Cumartesi bu etkinliğimizi gerçekleştirecektik. Ancak seçim yasası meclise gelince Antalya’da “Büyük Örgüt Buluşması” başlığı altında 3 gün süren bir toplantı gerçekleştirildi. Etkinliğimiz de bu sebeple ertelendi. Biz bu etkinliği en kısa süre içerisinde yapacağız. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu toplantıya katılması, orada olması çok önemlidir.