Çetin Ali Aytaç yazdı
ÇETİN ALİ AYTAÇ YAZDI: NE SAYGIMIZ KALMIŞ, NE DE SEVGİMİZ..
Published
7 sene agoon

Bir süredir köşe yazısı yazmadım.Bu süre içerisinde gözlem yapıp, insanları, yaşananları incelemeyi tercih ettim.Ve ne yazık ki gördüğüm tablo sandığımızdan da daha vahim bir hal almış durumda.İnsanların birbirine ne sevgisi kalmış, ne de saygısı..
Özellikle ramazan ayı boyunca hem oruç tutanların, hem de tutmayanların birbirleriyle olan ilişkisini gözlemledim.Eskiden oruç tutana saygı gösterilirdi, tutmayan da dışlanmazdı.Tabii, bu toplum genellemesi..Belli kırsal kesimlerde mahalle baskısı hakim olurdu yine.Ancak şimdi toplumun genelinde, karşılıklı iki tarafta birbirine baskı uygulamanın peşinde..
Hani o eski ramazanlar yok diyoruz ya! Gerçekten, o eski ramazanların hiç tadı kalmadı.Belki eski mahalle ortamları kalmadı, belki hayatımıza giren teknoloji birbirimizle iletişimimizi kopardı; ama ramazanın eski tadını elimizden alan, esasen toplumu kutuplaştıranların ta kendisi oldu.
Son yıllarda ramazan ayında oruç tutmayanlara karşı hep bir saldırı haberleri duyuyoruz.Sadece birkaç sene önce Erzurum’da bir kadın, bankadan çıkarken sigara içti diye, saldırıya uğramıştı.Sonraki yıllarda da, bu ve benzeri saldırılar yaşanmaya devam etti.Bu senede Fatih’te bir mağaza çalışanı, öğlen vakti sigara molası vermek için çıktığı mağazanın önünde bir kişi tarafından, oruç vakti sigara içtiği için öldürücü bir yumruk darbesi aldı.Darbe alan kişi günlerce yoğun bakımda yattı.Bu bahsettiklerim, yaşanan olayların sadece birkaçı.Eskiden bu gibi olaylara rastlamazdık.Şimdi kimse kimseye saygı duymuyor, tahammül etmiyor..
Durum bir tek oruç tutanlar için değil elbette…Tutmayanlar arasında da aynı tutumlar var olmakta.Bu tutum saldırı şeklinde değil belki; ama oruç tutana saygısızlık şeklinde gerçekleşiyor.Eskiden oruç tutmayan bir kişi, tutanlara saygısından ötürü yediği yemeği, karşısındakinin canı çekmesin diye gizleyerek yerdi.İftar saati oruç tutanları rahatsız etmezdi.Esnaf dükkanında oruç açıyorsa, iftar saati rahatsız etmemek için dükkana uğramazdı.Şimdilerde maalesef bu tutum, bu davranış azalmakta..
Ramazan ayında, iftar saatinde birçok kez rastladım yapılan saygısızlığa..Bunlardan bir örnek verecek olursam eğer; bir gün iftar saatine yakın bir arkadaşımla iftar yapmaya gidiyorduk.O sırada sevdiğimiz esnaf bir ağabeyimiz, yanında birkaç sevdiğimiz dostlarla beraber iftar sofralarına davet ettiler.Biz de kıramadık ve davetlerini kabul ettik.Ezanın okunmasıyla beraber oruçlar açılırken, o sırada esnaf ağabeyimizin dükkanına bir müşteri geldi ve “parayı bozsana” diyerek, ricada bile bulunmadan parasını bozdurup gitti.Yine tam orucunu açacakken, arkadan biri daha geldi ve üst üste sorular sorarak, sadece beş dakika sonra bile alabileceği bir şeyi, aldırış etmeden alıp, gitti.Esnaf ağabeyimizin orucunu açması, iftar saatinden yaklaşık on dakika sonrasını buldu, diyebilirim.
Bu gibi olaylara çokça rastladım son yıllarda.Belki bu olaylar, sizlere basitçe gelebilir; ancak şimdilerde bu basitçe gelen saygısızlığın, sevgisizliğin artmaya başladığı dönemler zamanla toplumun geneline yayılmaya başlarsa ki, böyle giderse durum onu gösteriyor, o zaman saygısızlık ve sevgisizlik toplum genelinde şiddete dönüşmeye başlar..
Bir insan başka bir insana oruç tutmuyor diye selam vermiyorsa; ya da başka bir insan karşısındakinin tuttuğu oruca hiçbir şekilde aldırış etmiyorsa, o insanlarda sevgide azalmıştır, saygı da..
Ramazan ayında yaşadıklarımız, aslında bu mübarek aylara özgü tutumlar değil..Sadece buradan bir örnekleme yapmak istedim.Sevgisizleştiriliyoruz, saygısız kişiler olmaya doğru iteleniyoruz.Bugün, tecavüze idam cezası beklerken, tecavüzün bile suçları azaltılıyor.Türlü türlü çoğalan terör gruplarına, toplumun bazı kesimlerince destek verilip, adeta benim terör grubum daha iyi misillemesi gibi akıl almaz durumlar gerçekleşiyor..
Ne saygımız kaldı, ne de sevgimiz..Bunlar iyi günlerimiz..Böyle giderse, tarih olur, gideriz..
You may like

Tesadüfen yaşıyoruz… Yarınları bilmeden, kaygı duymadan planlar yaparak; ama bazen kötü sürprizlerle karşılaşarak, o planları hayata geçiremeden…
***
En sevdiklerinden birini kaybetmeden acısını anlamazmış insan. Babamı kaybettiğimde de, bunu çok iyi anladım. İnsanın içini önce büyük bir hüzün kaplıyor. Sonrasında ise burukluk… Yarınlarda her ne kadar eğlenip mutlu olsak da, o güzel anılar, geride bıraktıklarımız aklıma geldiğinde hem mutlu olacağım, hem de hüzünleneceğim.
***
Hayat, anı yaşamaktan ibarettir. Hiçbir şeyi ertelemeden yaşamalıyız. Biliyoruz ki, ölüm yaşamın en büyük değişmeyen tek gerçeğidir. Artık sevdiklerini en güzel hatıralarında yaşatırsın. Çok sevdiğim, özlemi her gün artan hayat dolu, kalbi sevgiyle kaplı babam da, artık en güzel hatıralarımda…
***
Hep söylerim; nasıl istersek öyle yaşayalım. An da kalalım, anı yaşayalım. Yaşamın bize dayattıkları, bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırmaktadır. Her yaşadığımızın, yaşamın bize öğretisi olduğunu unutmamak gerekir. Yoksa bilmeden, farkında olmadan yaşamaya, ya da yaşadığımızı sanmaya devam ederiz.
***
Babamın ani vefatının şokunu ilk günlerde üzerimden atamadım. Biliyorum ki, hayatın içerisinde bu gibi acı durumlar, tecrübeler bir gün yaşanacaktı ve benim yaşamımda da karşıma çıkmış oldu. Kimisinin erken, kimisinin geç… Herkes yaşamının bu gibi sınavlarını farklı senaryolarla yaşayıp, farklı tecrübeler edinmeye devam ediyor.
***
Duygularımın bir kısmını birkaç satırla dile getirdiğim gibi, yazımın başlığındaki, “Tesadüfen yaşıyoruz” kısmını da biraz açmak istiyorum. Bir anda fenalaşan ve akabinde ambulansla Sarıyer’den Çayırbaşı’ndaki Hamidiye Etfal Hastanesi’ne götürülen babam, bilinci tam yerinde değilken acilden o haliyle kaçıyor. Tabi, biz haberi alır almaz o sırada hastaneye doğru yol almıştık. Ama acilden kaçtığı kısmını bilmeyerek… Hastanenin hastalara ilgisizliği daha buralardan başlıyor. Ve bilinci tam yerinde olmayan babam, hastaneden o haliyle çıktıktan kısa bir süre sonra bilinci kapanarak yere düşüyor. Çevredeki duyarlı insanlarımız durumu hemen hastaneye bildirerek, babamın sedyeyle hastaneye taşınmasına yardımcı oluyor. O sırada ablam, ilerleyen dakikalarda ise ben geliyorum. Acil doktoruna beyin tomografisi çekmesini teyzem söylüyor. Yani onların aklına bile gelmiyor. Ve neyse ki beyinde bir şey çıkmıyor. Daha sonra yapılan kan tahlillerinin sonucu ise 3 saat sonra bildiriliyor. Bilinci kapalı olarak yatan babama 3 saat sonra dahiliye doktoru geliyor. Kırmızı alanda olması gerekirken, normal hastaymış gibi babamı sarı alanda yatırıp, hiçbir cihaza bağlamadan saatlerce o haliyle yatırdılar. Sürekli tansiyonuna bakılması gerekirken, tansiyonuna bile bakmadılar. Oturdukları bölümde bol bol sohbet ettiler. Bir de üstüne rahatça, 2-3 gün yoğun bakımda yatıp çıkar, denilince, haliyle karşımızdaki manav değil doktor olunca içimiz rahatladı.
***
Devamında bilinci kapalı olarak yatan babama iki serum veriliyor. Üçüncüsünden sonra ise hemşireler tarafından bilincinin açılacağı söyleniyor. Haliyle insanın içi daha da rahatlıyor. O sırada ise hastanelerde, hani bize yoğun bakımların asla tamamen dolmadığı söyleniliyordu ya, koronavirüs vakaları 20 binin altına inmişken bile yoğun bakımlarda yer olmadığını öğreniyoruz. Ancak bulmak için de çaba harcadıklarını söylediler. Ayrıca bana babamın durumunun ölümcül olduğunu da hiçbir şekilde söylemediler.
***
6-7 saat kadar acilde bekledik. O süreç içerisinde acilde bulunan doktor bana yoğun bakımda yer bulacaklarını ve merak etmemem gerektiğini söylemişti. Gece 1’e doğru Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında yer bulunduğu söylendi. Ambulans gelir gelmez, babamın hastaneye götürüleceği ve ambulansın da en geç yarım saat içinde geleceği belirtildi. Ancak ambulans iki saat sonra gelebildi. Gelen ambulansta Cihangir’in girişinde bulunan Taksim ilk yardıma gidileceğini söyledi. Ben Gaziosmanpaşa olduğunu tekrar etsem de, kendilerine gelen bilginin öyle olduğunu söylediler. Sağlık çalışanlarının işine karışmak istemedim. Bu süreç zarfında yine babamın durumunun ölümcül olduğundan haberim yok. Yani tüm sağlık çalışanları, acildeki doktora benzeyen arkadaş oldukça rahat…
***
Çayırbaşı’ndaki otel görünümlü, içinde doktor önlüklü bulunan kişilerin olduğu yerden çıktık. Elbette o hastanede iyi doktorlar da vardır; ama bir türlü denk gelemedim. Artık şansa… Neyse, ambulansla Cihangir’in girişindeki Taksim ilk yardıma geldik. Sedyeyle bilinci kapalı halde yoğun bakıma indirilen babam, tekrar ambulansa geri getirildi. Ambulanstaki görevliler hastane bilgisini benim söylememe rağmen yanlış anladıklarını ve babamı Gaziosmanpaşa’daki Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götüreceklerini söylediler. Bu arada hala babamın durumunun ölümcül olduğunu bilmiyordum. Yaşanan bu gelişmelere sabrettim!
***
Ve Gaziosmanpaşa’da babam sabah beş gibi yoğun bakıma alındı. Bir saat sonra ise yoğun bakım doktoru benimle görüşmeye geldi. Bilinci kapalı olan babama, “Neden oksijen tüpü takılmadı” diye sitem edercesine bir söylemde bulundu. Ben de, “Doktorun ben olmadığımı, sonuçta bu durumda ne yapılması gerektiğini bilemediğimi” ifade ettim. Sonucunda ise üre değerinin çok yüksek olduğu, en iyi müdahalelerin yapıldığı; ama her şeye hazırlıklı olmam gerektiği söylendi.
***
Hastaneye gelirken böyle bir manzarayla, böyle bir bilgiyle karşılaşacağım aklımın en ufak köşesinden bile geçmemişti. Ve 8 saat yoğun bakımda kalan babam, fiziki olarak aramızdan ayrıldı. Bizim için ani ve zor bir veda oldu. Ve de biraz erken…
***
Yaşadığım bu şokun acısını yaşarken de, kafamda birçok sorular oluşmaya başladı. Aşı karşıtı olmayan ve iki doz biontech aşısını yaptıran ben, acaba üçüncü dozunu olduktan yirmi küsür gün sonra hayatını kaybeden babamı aşının yan etkisinden mi kaybettim diye sorgulamıyor değilim!
***
Ayrıca, sağlıkta devrim lafının yalan olduğuna, bu otel görünümlü içi boş hastaneler sayesinde bir kez daha şahit oldum. Kendini bilmez bazı insanlar yine, “Ya otel gibi hastane, size hiçbir şekilde yaranılamıyor” gibi söylemlerde bulunacak. Hayatını bilmeden sadece gösteriş meraklısı olarak yaşayan bu gibi insanlara da tek cevabım, “Yaşamadan, ne yaşayacağınızı bilemezsiniz.”Kimsenin başına böyle bir durumun gelmesini istemem; ama sadece hayatını bilinçsiz bir şekilde yaşayarak gösterişe önem verenler belki bir gün anlarlar…
***
Çayırbaşı’ndaki otel görünümlü hastane, artık kronik bir sorun haline gelmiştir. Babamı ihmalkarlıktan kaybettim mi, kaybetmedim mi bilemiyorum; ama o haldeki bir hastaya gerekli müdahalelerin yapılmadığını öğrendim. İşini bilmeyen doktorcuklarla maalesef “TESADÜFEN YAŞIYORUZ” ve bu da, sağlık sisteminin esas yüzünü göstermektedir. İyi doktorları bulmak, artık şansa kaldı. Yani ülkemizin her bir yanı gibi sağlık sistemi de, iflasın eşiğine gelmiştir. Buradan Sağlık Bakanlığı’na çağrımdır: Çayırbaşı’ndaki Hamidiye Etfal Hastanesi ile ilgili açıldığı günden bu yana birçok şikayet aldık ve son olarak da, bizzat en büyük problemi kendim yaşadım. Bu hastanede büyük oranda doktor sorunu, disiplin sorunu vardır. Birçok insan büyük sorunlar yaşamaktadır. Sadece kan tahlillerine bakıp, iki yaraya pansuman yapılmayladoktor olunuyorsa, bu ülkede doktordan geçilmez. Ya işin ehli olan, daha önce İsmail Akgün Devlet Hastanesi’ndeki gibi tecrübeli doktorlara insanları emanet edin. Ya da buraya hastane demeyin! Hayatta her şeyin telafisi var; ama canın telafisi yok. Herkes bir gün yaşattığını yaşar.
***
Sağlığınıza çok dikkat edin. Anı yaşayın, sevdiklerinizle olduğunuz anların tadını çıkarın. Yarın ne getirir bilemezsiniz. Tesadüfen yaşar hale geldiğimiz ülkemizde…

Atatürkçü Düşünce Derneği Sarıyer Şubesi, Lozan Antlaşması’nın 97. yıldönümünde tüm Sarıyerlileri, Sarıyer Atatürk Anıtı önündeki basın açıklamasına davet ediyor.
ADD Sarıyer’den yapılan açıklamada, “24 Temmuz 1923 yılında imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Barış Antlaşması’nın 97. yılı anısına basın açıklaması yapıyoruz. 24 Temmuz 2020 Cuma günü saat 12.00’de Sarıyer Atatürk Anıtı önündeki açıklamamıza tüm Sarıyerliler davetlidir. Programımız çelenk sunumu ile başlayıp saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile devam edecektir. Ardından yapılacak basın açıklaması ile de son bulacaktır.” denildi.
Ayrıca programın maske takılarak ve fiziksel mesafeye uyularak gerçekleştirileceği notu da düşüldü.

Gezi isyanından kısa süre öncesine kadar “Y kuşağı” için apolitik denilirdi. Siyasetle ilgilenmez, duyarsız, hatta “nerede o eski saygılı” nesil diye hep eleştirilirdi. Daha sonra o nesil çıktı ortaya ve tarihe geçen Gezi isyanını başlattı. Ağacıma dokunma demekle kalmadı, baskıcı, zorba iktidara karşı demokratik bir eylemle başkaldırdı.
***
Benimde içinde yer aldığım “Y kuşağı” birçok çalkantılı dönemlerden geçerek çocukluğunu ve gençlik yıllarını yaşadı. Hep önü kesilmek istendi; ama yılmayan, mücadele eden ve mücadelenin klişelemiş yönünü terk eden, daha uzlaşıcı, ayrıştırıcılıktan daha uzak bir yaklaşımla mücadele etmeye başladı.
***
Ve hep şunu da söyledik; “Bir Z kuşağı geliyor. Bu kuşakla aranızdaki köprü vazifesini bizler oluşturacağız. Bu nesil, bizim karıştığınız özgürlüğümüzden daha da bi özgürlüklerine düşkün, daha bi yaşamın sınırlarını hayatından kaldırmış bir nesildir. Bu nesil ile anlaşamayan siyasiler, siyasi ömürlerini çabuk tüketirler.” Ve bu sese kulak vermeyen yapılar, tam da dediğimiz noktaya doğru, yani siyasi ömürlerini tamamlamaya doğru yol almaya başladı.
***
Yaşam hızla değişiyor, gelişiyor. Ayak uyduramayanlar ise yaşamın çok kötüleştiğini, eski günlerin arandığını ifade ediyor. Yaşamın anında kalabilenler, teknolojiye ayak uyduranlar ise aksine yaşamın daha da iyiye doğru gittiğini, yaşamı esasen insanların zorlaştırmaya çalıştığını ifade ediyor.
***
Evet, zor olan yaşam değil. Yaşamı zorlaştırmak için kafa yapısını değiştirmeyen, gelenekselci anlayışı devam ettirmek ve kendisi ne düşünüyorsa, karşısındakine saygı duymadan onu kabul ettirmek, o kişiyi bastırmak isteyenler, artık gelecek nesiller tarafından kabul görmüyor. Kimse birilerinin örf ve adetine göre yaşamak, yaşamını o sınırlayıcı, baskıcı, demokratik anlayıştan uzak bir yaşama sığdırmak zorunda değil. Ve hele ki bunun adına “saygı” deniyorsa… Esas saygısızlık, size dayatılanları “saygı” diye sizin de başkalarına, yeni nesile dayatma çabanızdır.
***
Birileri hep siz olamadı diye, sizden sonra gelenleri, “duyarsız, saygısız, sorumsuz” diye kötülediniz. Aslında orada kaybettiniz. Kimse siz olmak istemiyor. Herkes kendisi olmak, kendi istediği yaşamını sürdürebilmek için mücadele ediyor. O yüzden de, “Y kuşağı” ile yaşadığınız kuşak çatışmasının daha da fazlasını, “Z kuşağı” ile yaşamaya hazırlıklı olun, derim. Ve buna da sevinmenizi öneririm. Gelişen, sorgulayan, hakkını dayatmaların altında sınırlayıcı bilgiler odağında aramayan özgürlükçü yeni bir nesil geliyor.
***
Felaket senaryoları çizenler, çağa ayak uyduramayanlardır.
***
Hiç kaygı duymayın. Özgürlüğünden vazgeçmeyecek, hakkını sonuna kadar savunacak, demokrasiden taviz vermeyecek geleceğe ışık tutan bir nesil geliyor… Şimdi esas, demokrasi karşıtları düşünsün!

Özgür Özel’den Başkan Genç’e teşekkür

Sarıyer Belediyesi ekipleri Sarıyerliler için seferber oldu

İbrahim Temur özel kalem bütçesini eleştirdi

İBB’nin 2024 bütçesi açıklandı: 516 Milyar Lira

Erol Aydın Sarıyer Belediye Başkan Aday Adayı oldu

Çalışkan başkanlar, Ata yadigarı Büyükdere Fidanlığı’nı canlandırdı

CHP Sarıyer’de belediye başkanlığına talip ilk kadın aday adayı Dilek Karafazlı oldu

AKOM fırtına ve yağışlı hava için uyardı

Halkın başkanı Şükrü Genç, Sarıyer için yeniden aday

Başkan Genç’ten Sarıyerlilere davet
Popüler
- Genel4 hafta ago
Dr. Erhan Toy: HPV (Human Papilloma Virüs)
- Genel4 hafta ago
Garipçe’de bir genç uçuruma düştü
- Genel4 hafta ago
Sarıyer Belediyesi’nde en düşük maaş 26 Bin Lira oldu
- Genel4 hafta ago
İmamoğlu muhtarlarla bir araya geldi
- Genel4 hafta ago
Sarıyer’de Edis’e umut oldular
- Genel3 hafta ago
Başkan Genç ve İmamoğlu Sarıyer’de buluştu
- Genel3 hafta ago
Sarıyer-Kilyos tüneliyle Sarıyer’e ulaşım süresi 5 dakikaya inecek
- Genel3 hafta ago
İYİ Parti Sarıyer İlçe Başkanı Temur, Naci Görür ile bir araya geldi